Cities Skylines Günlüğü

Çok sevdiğim bir oyun Cities Skylines. Çocukluğumdan beri en sevdiğim türlerden olan şehir simülasyonu türü içine yeni bir heyecan katan bir yapım. Dolayısıyla bir miktar boş vaktimin olduğu şu dönemde vakit geçirmek istedim oyunla. Bunu da buradan paylaşacağım elimden geldiğince. Okuyan olursa şimdiden teşekkürler...

#CitiesSkylines

BAŞLANGIÇ

Oyunu sınırsız para modunda oynamayı düşünüp başlamıştım aslında. İdealist bir ütopya kurmak istiyordum zira. Maddi beklentiler halkıma yapacağım hizmetleri engellememeliydi. Amma ve lâkin içimdeki tüccar bunun hiç zevkli olmadığı konusunda o kadar bastırdı ki dayanamadım. Modu kapatıp tekrar başladım. Artık belediye rantçılığında ben de varım 🙂

 

Bu noktada oyunu güzelleştirecek bazı mod ve eklentilerden bahsetmek istiyorum. Zira oyunun mod desteği çok ama çok muazzam seviyelerde ve bundan faydalanmamak olmaz.

 

@brave dünkü durumumda birkaç faydalı link paylaşmıştı onları veriyorum direkt:

 

-Türkçe dil desteği

https://steamcommunity.com/sharedfiles/filedetails/?id=936338233

 

-Trafik düzenlemelerini kolaylaştırıp yapay zekayı da toparlayan mod

https://steamcommunity.com/sharedfiles/filedetails/?id=583429740

 

-Otomatik boş bina kaldırıcı

https://steamcommunity.com/sharedfiles/filedetails/?id=639486063

 

Bunların dışında ben de ekstra birkaç şey kullanıyorum:

 

-Elektrik tellerini yer altına alma (Çok güzel oluyor zira günümüzde kalmadı yer üstü kablolar gerçek hayatta da)

https://steamcommunity.com/sharedfiles/filedetails/?id=409251698

 

-Oyundaki her alanı açabilmenize izin veren mod (Bu önemli zira kafanızda büyütmek istediğiniz bir yön veyahut şurası açık olsa çok güzel olur dediğiniz zamanlar olabiliyor. Bu durumda sadece parasını verip satın alabiliyorsunuz o alanları. Öbür türlü oyunun gereksiz kısıtına takılıyor ve belli bir yöne büyümeye mahkum oluyorsunuz. Şiddetle tavsiye edilir bu mod)

https://steamcommunity.com/sharedfiles/filedetails/?id=403798635

 

-Her gelişmenin açık olduğu mod (Bu zaten orjinal bir mod. İlk kez oynamayan herkes bu modu aktive etmeli. Zira oyun o kadar saçma kısıtlamalar koyuyor ki başlarda saçma sapan bir şehir kurmak zorunda kalıyorsunuz. Otobana tek şerit yol bağlamanız gerekiyor o derece. Açın hepsini paranız yettiğince takılın. Şehir planlama konusunda ileri görüşlülüğünüzü de görelim 🙂 )

 

Son olarak oyunda oluşturulmuş çok güzel kavşaklar var. yaparken kafayı yiyorsanız bunları da steam atölyesi üzerinden abone olarak kullanabilirsiniz. Özellikle otoban bağlantılarında 🙂

 

*****Şimdi yavaş yavaş paylaşmaya başlayacağım günlüğe geçelim. Bu blog yazısını sürekli güncelleyeceğim ancak aynı zamanda bu bölümlerin her birini de durum olarak paylaşacağım. Tamamını takip etmek isteyenler bu bloğa bildirim açabilirler.******

 

Cities Skylines Günlükleri #1

Şehri kurmaya ilk başlarken benim en büyük masrafım her zaman yol olmuştur. Önce şehri kurmayı daha sonra insanları çağırmayı sevdiğim için zamanı pause edip uzun uzun yol çalışmasına girişiyorum. Eee ileri görüşlü başkan önce imar planını yapmalı 🙂

------------------------------------------------------------------------------------------

     Sevdiğim büyük bir kavşağı (steam atolye) ve ona nispeten daha minik bir alt geçitli yapıyı otobana bağlantı için kullandım. Daha sonra ise geniş yollar ana caddeleri tek şeritli yollar ise mahalle aralarını oluşturacak şekilde şehri tasarladım.

Burada önemli olduğunu düşündüğüm nokta otobana bağlanan ana caddemi mümkün olduğunda az bağlantı noktası oluşturacak şekilde tasarladım. Olanı da kavşaklarla yaptım ki trafik akışı ışıklarla sekteye uğramasın.

Su ve elektrik herhalde oyunun en güzel işleyen sistemleri. Eski simCity oyunlarında canımızı çıkaran bir şeydi bu iki ögenin kurulumu anacak artık sadece kablo çekerek veye binalarla bir yol oluşturarak yapabiliyoruz.

Önemli bir şey söylemek istiyorum bu noktada. Su gideri ve pompası genelde şehre uzak oluyor. O noktalara elektrik çekmekle uğraşmak yerine iki istasyonun başına da birer rüzgar türbini koyarsanız yeterli olacaktır.

Polis, itfaiye, çöp ve sağlık gibi temel hizmetleri en azından yerleşilecek ilk kısımlara hemen koyuyorum ben (Normalde bu hizmetler sırayla geliyor ama her şey açık modda oynuyoruz hatırlatayım). Zira kafanız rahat ediyor. Üstelik mutluluk da arttığı için yerleşim bir miktar daha hızlı oluyor gibime geliyor. Ayrıca aralara park da serpmeyi ihmal etmedim. Hatta park konusunda belediyelerimize olan kızgınlığımdan ötürü bazen bunu abartabiliyorum 🙂

Bu noktadan sonrası insanların yerleşmesinden ibaret. Başlatıyorum oyunu ve yavaş yavaş göç eden halkıma "HOŞ GELDİNİZ" diyorum.

Yine önemli bir not eklemek istiyorum eğitim hizmetleri ile alakalı. Eğer eğitim hizmetlerini çok yeterli tutarsanız şehirde ticari alan potansiyeli daha fazla atıyor. Bu hizmeti eksik verirseniz ise sanayi şirketlerinin talebi daha fazla oluyor. En azından ben bu şekilde gözlemledim. Dolayısıyla eğitimi aşırı abartmayın. Bu ülkeye işçi de lazım 🙂

İlk günün özeti bu. Yavaş yavaş gelişimini ekran görüntüleri ile göstermek aklıma gelmedi. O sebeple 5000 nüfusa yeni ulaşmış bu küçük kasabamın son hallerini paylaşıyorum ancak ilerleyen günlüklerde daha peyderpey göstereceğin inşallah. Yine sorularınız olursa cevaplamayı da çok isterim.

 

 

Cities Skylines Günlükleri #2

Şehir neredeyse 10.000 nüfusu buldu. Genel olarak gelişimde sıkıntı yok ancak gelişimi devam ettirirken masraflardan kısmak zorunda kalıyorum. Girişimcilik ekosistemini takip ediyorsanız eğer yatırım-büyüme döngüsüne girdim diyebilirim. Büyümek için paraya, para için ise büyümeye ihtiyacım var 🙂 Dolayısıyla bankalara epey borçlandım. Özellikle yollara çok para harcıyorum. 

 

Şimdilik yüksek yoğunluklu binaları kurmadım hiç ancak yerleri hazır. Tabi ki bu alanları doldurmak için insanları çağırmadan önce epey bir park, üniversite ve belki birkaç eşsiz bina ile donatmayı düşünüyorum. Şehrin cazibe merkezine dönüşecek aşağıda görünen kısım. Tabi aynı zamanda temel hizmetler ve bu yukarıda saydıklarım için epey para gerekiyor. Dolayısıyla şimdilik beklemedeyim diyebilirim.

 

 

Önemli not: Arkadaşlar resimlerde gördüğünüz üzere ben kavşak kullanımını epey yoğun bir şekilde yaydım şehre trafiği engellemek amaçlı ancak çok da başarılı olduğunu söyleyemem bu sistemin. Direkt kesişim yapmak ama bunu minumum sayıda tutmak daha iyi oluyor trafik için gözlemlediğim kadarıyla.

 

Diğer bir problem olarak ise çöp sıkıntısı oluştu bende kısa bir dönem. Şehrin sanayi birimi ile (dolayısıyla çöp toplama merkezleri) yerleşim birimi arasında epey bir mesafe var. Bu kamyonların gelmesini epey zorlaştırıyor. Kısa vadede olmasa da şehrin bu ucuna bi çöp merkezi kurabilirim yerleşim birimlerinden uzak olmak kaydıyla.

 

Kısa vadede hedeflerimden en birincisi ise ULAŞIM sistemi. Metro ve otobüs sistemini güzelce oturmak istiyorum ama bunun için de çok önemli bir bütçe gerektiğinden hemen yapmak mümkün olmayacak. Ama bu konuda öneriniz olursa çok sevinirim...

 

Şu sol alt taraftaki yamuk yumuk kısım ne diye sorarsanız orası oyunun simülasyon hissiyatını biraz kırmak için yaptığım yerler. Cetvelle çizilmiş caddelere alışık değilim bir Türk vatandaşı olarak 😀

 

Cities Skylines Günlükleri #3

Evet nüfus neredeyse 35 bin oldu. Her şey şimdilik gayet iyi ancak en son yaptığım hamle olan tren garları bana gözle görülür bir katkı sağlamamakla beraber muazzam bir yoğunluk oluşturdu. Bundan en son bahsedeceğim.

 

En son paylaştığım durumdan bu yana yüksek yoğunluklu binalara geçiş yaptım. Aşağıdaki fotoğraflardan göreceğiniz gibi alt kısımdaki yeni şehir bölgeleri yüksek yoğunluklu olanlar. İçerisinde de şimdilik bir trafik problemi oluşmadı. Umarım böyle devam eder.

 

Çöp işi halen daha en sıkıntılı hizmet. Kimseyi isyan ettirmiyorum ama sanki sınırlardayım. Bu problemi aşmak için sol alt tarafta yuvarlak olarak gördüğünüz bir ekstra çöp merkezi oluşturdum. Özellikle eski şehir kısmı için gayet iyi oldu. Bu çözümü devam ettirebilirim hoşuma gitmedi değil.

 

 

Gelelim şu tren garlarına. Hem yolcu hem de yük garı kurdum. Ancak özellikle yük garı kurar kurmaz sanayi bölgesindeki tüm kamyonlar kapısında sıra oluşturdu. Sebebi ithalat-ihracat yapılması ama ben bu trafiği neden çekeyim sorununun cevabını bir türlü bulamadım. Bana ne doğru düzgün bir geliri var ne de yeni iş alanı oluşturuyor. Kısa vadede eğer faydasını görmezsem yıkar geçerim diye bakıyorum o derece 🙂

Ama yolcu garı fena değil. Turist getirdiğini düşünüyorum ve bu bana az da olsa bir katkı sağlıyor. Hiçbir şey olmasa şehrime turist çekebildiğim için bir başkan olarak mutlu oluyorum 🙂

Şimdilik halkım benden çok memnun. Sevgi gösterilerine maruz kalıyorum 🙂 . Bakalım bunu devam ettirebilecek miyiz? İŞTE BİRKAÇ FOTOĞRAF

 

Cities Skylines Günlükleri #4

 

Evet arkadaşlar size şehrimin mükemmel gelişimi ve benzeri güzel haberleri vermeyi çok isterdim ancak maalesef durum böyle olmadı bugün. Sevgili @brave ve @hamsiyim sağolsun trafik için denedikleri güzel bir bulvar yöntemi vardı. Bunu en azından sanayi bölgesine uygulamaya çalıştım. Ama inşa ettiğin bir sistemi yeniden düzenlemek ÇOK AMA ÇOOOK ZOR. Bunu anladım. Belediyelerin eski yolları kazıp kazım yine de çalışmayı becerememesi gibi oldu bugünki işler 😀

 

Neyse sonuç olarak en azından sanayi bölgesine bu sistemi oluşturdum. En azından öyle düşünüyorum şimdilik. Yük garlarını da ikiledim biraz da olsa trafiği azaltırsa diye. @brave, @hamsiyim siz de bir bakarsanız sevinirim.  Ayrıca ben bu kavşaklardaki trafik ışıklarını kaldırdım. Doğru  mudur ? 🙂

Eğer oynamak isteyen arkadaşlar olursa sistemden de biraz bahsedeyim bari de bugün o kadar uğraştığım birilerinin de işine yarasın. Otobandan gelen bağlantılarımızı tek yönlü 6 şeritli bulvarlara bağlıyoruz. Bu işlemi hem geliş hem de gidiş tarafı için ayrı ayrı yapıyoruz.

Devamında ise bu bulvarlarımıza paralel dar bir yol inşa ediyoruz. Bu yol tabir caiz ise parsellerimizden ana bulvara bağlanan yan yol görevi yapacak. Belirttiğim gibi parsellerimizi (tercihen küçük dikdörtgenler şeklinde) de bu yan yola bağlıyoruz. Çok işe yarıyor (Yani inşallah. Daha tam olarak deneyemedim 😀 )

 

Şimdiki hedef ise ULAŞIM. Bunu dün yapacaktım aslında ama çok uğraştırdı bu işler. Dolayısyla otobüs ve metro hatlarına şimdi başlayacağım.

 

Bugün biraz az geliştik o sebeple kusura bakmayın... Erken biterse hemen paylaşacağım sizlerle. Hayırlı geceler. olsun....

 

TO BE CONTINUED.....

BeğenFavori PaylaşYorum yap

2018 Yılı Ocak-Ağustos Dönemi Türkiye Otomotiv Pazarı Değerlendirmesi

Arkadaşlar öncelikle bir özür dilemem gerekiyor. Zira geçen ay yayınlayacağımı söylediğim değerlendirme yazımı yazamadım yoğunluktan ötürü. Bekleyen arkadaşlar ve #OtoSeyir severler kusuruma bakmasınlar. Ancak bir yandan da iyi oldu diyebilirim bu durum için. Çünkü sektör ve veriler her ay değerlendirmek için yeterli sayılmaz. 2 ayda bir yapmak daha sağlıklı gibi geldi bana. Eğrisi doğrusunu buldu diyebilirim yani 🙂

 

Bir ufak not daha düşeyim. Bu yazıyı açıkçası kendime yazıyorum. Zaten çok yakından takip etmeyi sevdiğim pazarı bu şekilde bir yazı yazarken iyice derinlemesine inceleyebiliyorum. Ancak az sayıdaki #OtoSeyir takipçileri ile bir sohbet ortamı da oluşabilmesi için burada da paylaşıyorum. Umarım amacıma ulaşabilirim. Şimdi yazıya geçelim. Baştan uyarayım maalesef çok pozitif mesaj içermeyen uzun bir yazı. Sıkılmamanız dileğiyle 🙂

Otomotiv pazarında son iki aya baktığımız zaman maalesef daha önceki aylardan daha olumlu bir tablo ile karşı karşıya değiliz. Hatta Ağustos ayı içerisinde meydana gelen kur patlaması satışları oldukça negatif düzeyde etkiledi bile diyebiliriz. Ancak daha ayrıntılı bilgiler için biraz sayılara bakmamız icap ediyor.

Pazar Verileri

Aslında sizleri çok fazla sayılara boğmak istemiyorum ama sayılar o kadar çok şey ifade ediyor ki kendimi tutamayacağım 🙂

Öncelikle seneye genel olarak bakalım. İlk 8 ayda pazar toplamda (Otomobil ve Hafif Ticari beraber) geçtiğimiz senenin aynı dönemine göre yüzde 20.79 daralmış. Bu tek başına bile muazzam bir düşüş ancak daha vahim olanı ise bu düşüşün son 3 ayda ivmelenmesi. Yani daha anlaşılır olarak söylersem pazar:
-Haziran ayında %38,
-Temmuz ayında %36,
-Ağustos ayında tam %52 daralmış geçen senenin aynı aylarıyla kıyaslandığında. Yani eğer bu ivme devam ederse yıl sonu total istatistikleri yüzde %30'u bile aşabilir ki bu biz tüketiciler için hiç iyi bir haber olmaz. Neden olmaz? Neyse, ondan en son genel değerlendirmede bahsedeyim.

Sayılara bakmaya devam edecek olursak hafif ticari araç pazarının biraz daha fazla daraldığını görüyoruz. Örneğin geçtiğimiz ağustos ayında otomobil pazarı %51, h.t.a. pazarı ise %58 daralmış (Toplamı %52.65'e tekabül ediyor). Şu sıralar ekonomik olarak sıkıntı yaşayan işletmelerin araç yatırımı yapmak istememesi gayet makul olduğundan sanırım bu durumu doğal karşılayabiliriz.

Marka Bazında Durum Ne?

ilk 6 aydaki durum aynen devam ediyor. Şampiyonluğunu çoktan ilan etmiş RENAULT ve ikincilik için kıyasıya mücadele veren VW, FORD ve FİAT. İşte puan durumu 🙂 (NOT: Bu veriler hem otomobil hem de hafif ticari araç satışlarını kapsıyor)

1-RENAULT 63.331
2-VOLKSWAGEN 48.196
3-FORD 48.133
4-FIAT 48.068
5-HYUNDAI 26.104
6-TOYOTA 22.282
7-PEUGEOT 21.274
8-DACIA 20.619
9-HONDA 18.415
10-MERCEDES 17.414
11-OPEL 16.087
12-SKODA 15.155
13-NISSAN 14.664
14-BMW 9.546
15-CITROEN 9.451

Notlar:

-FİAT 2 ay öncesine göre 2 basamak aşağı düşerek burun farkıyla da olsa podyum dışı kalmış. Ancak sayılar birbirine o kadar yakın ki yıl sonu ne olacağını kestirmek çok zor.

-Yukarıdaki verilere göre aslında başarılı sayılabilecek markalardan olan FORD aslında biraz yanıltıcı bir sırada. Çünkü yalnızca binek otomobillerin satışına bakıldığı zaman FORD 8. basamağa düşüyor 3.'lükten. Yani ülke piyasasında şahsi kullanım için alımlarda FORD eski günlerinden çok uzakta. Bu durumu ayrıca incelemek bile gerekebilir.

-Aynı FORD gibi MERCEDES'te ticari satışlar çıkarıldığında 13.'lüğe kadar geriliyor. Ancak bu başarısızlık olarak yorumlanabilecek bir veri değil bana kalırsa. Zira diğer premium rakiplerine 2000 üzerinde satış farkı atmış. Daha önce de söylediğim gibi ülkece gizli bir "Yıldız" sevdamız var 🙂

 

MODEL BAZINDA DURUM NE?

Bir önceki yazımda ticari araçları bu listenin dışarısında tutmuştum ancak bu sefer ailelerin de kullanabildiği boyutlardaki ticarilere de yer verdim. Zira ülkemizde çok büyük bir bireysel müşteri kitlesine de sahip bu araçlar.

1-MEGANE SEDAN 22.169
2-EGEA SEDAN 21.288
3-CLİO 17.632
4-COROLLA 14.747
5-CİVİC 14.584
6-PASSAT 14.493
7-TOURNEO COURİER 11.822
8-İ20 9.562
9-FOCUS 9.399
10-301 9.277
11-QASHQAİ 9.099
12-FİORİNO COMBİ 8.411
13-DUSTER 8.306
14-POLO 8.212
15-SYMBOL 8.210
16-ASTRA SEDAN 8.150
17-GOLF 7.130
18-SANDERO 6.832
19-DOBLO COMBİ 5.961
20-ACCENT BLUE 5.914
21-3008 5.800
22-SUPERB 5.490
23-OCTAVİA 5.307
24-CADDY 5.270
25-LEON 5.036

Notlar:

-İlk 25 aracın bulunduğu bu listede 1 tane bile premium model yok. Bence çok ama çok öenmli bir bulgu bu. Üzerine kafa yormamız gerekli nedenleri hakkında.

-Her zaman dikkat çekiyorum ama yine de çekeceğim. Liste resmen yerli üretim araçların istilası altında. Bu belki de otomotiv endüstrisi olarak tutunabileceğimiz tek dal. Eğer marklar burada üretim yaparlarsa hem ülke içi satışları oldukça yüksek seviyeye çıkacak hem de yeni kurlar ile işçilik maliyetleri çok ama çok aşağılarda olacak. Belki de ülkemizde yatırımı olmayan tüm marklara gidip bunu güzelce izah edebilmek lazım.

-Civic dediğimiz araç HONDA markasının satışlarının tamamına oranlandığında %82 gibi bir satışa sahip. Yani kısaca HONDA TÜRKİYE sadece Civic satmak üzerine plan yapan bir oluşuma sahip gibi gözüküyor. HRV, Civic HB gibi çok güzel araçları almak istesek de maliyetler önümüze engel olarak çıkarılıyor.

-DACİA ülkemizde üretim yapsa çok ama çok fazla satış gerçekleştireceği çok aşikar olan bir marka. Tamamı ithal olmasına rağmen muazzam bir satış gerçekleştiriyor. Ucuz araba ihtiyacı günden güne artan ülkemize yatırım yapmasını istediğim firmalardan birisi açıkçası. (DACİA araçları değerlendirirken lütfen fiyatını da göz önünde bulundurun. Yoksa ben de kendilerine çok hayran sayılmam 🙂 )

-Bir diğer başarı hikayesi de bence Astra Sedan. Bu kadar eski bir platformun ülke şartlarındaki güzel pazarlaması ile çok harika sayılara ulaşabilmesi önemli. Yılın otomobili seçilen yeni Astra HB ne kadar iyi olursa olsun fiyatlandırma hataları yüzünden sadece 1.500 adet satabilmiş. Yukarıda da ifade ettiğim gibi araçlar her zaman tüketici tarafından fiyatlarıyla beraber değerlendirilir. Buna Talisman da bir örnek, Mazda3 de Fiesta da.

 

Bazı Kategorizasyonlarda Durum Ne?

"Kategorizasyon" ne uyduruk bir sözcük olmuş değil mi ? 🙂 Biliyorum ama kastettiğim şey şanzıman, yakıt ve segment olarak araç satışları ülkemizde ne durumda onunla alakalı bir kaç bilgi vermek istiyorum.

Segmentlere baktığımız zaman ülkemizde satılan 10 otomobilden neredeyse 6'sı C segmenti içerisinde. Yani compact modellerin olduğu segment (Golf, Megane, Astra, Corollv.b.). Ancak benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta ise farklı. Boyutlarına göre ayrılan segmentler içerisinde de kasa tiplerine göre 7 farklı kategoriye ayrılıyor. Sedan, HatchBack, SUV, StationWagon v.b. Ve enteresandır ki ülkemizde stılan her iki araçtan 1 tanesi sedan kasa tipine sahip. Geriye kalan 6 farklı kasa tipinin toplamı kadar satış yapabiliyor sedan araçlar. Lütfen bu kadar sedan sevdalısı bir ülke olduğumuzun artık farkına varalım ve "Abi şu model neden hiç satmıyor çok iyi aslında" benzeri geyiklerimize son verelim 🙂 BİZ ÜLKE OLARAK SEDANCIYIZ. Örnek vermek gerekirse neredeyse 1 sene daha önce satışa çıkan Megane HB doğru dzügün bir satış başarısına imza atamazken, Megane Sedan çıktığı günden beri ülkemizde en çok tercih edilen modellerden birisi. Neredeyse aynı araba ama arkasındaki 30 cm'lik fazlalık bizi çok cezbediyor 🙂

Yakıtlara baktığımızda ise bence yine çok ilginç bir veri var ortada. En azından ben bu kadarını beklemiyordum diyeyim. Ülkemizde satılan Dizel araçların genel satışlara oranı Tam YÜZDE 59.41. Yani evet dizeli seviyoruz falan diyordum ama biz baya dizele aşıkmışız. Ki bu oran geçen seneye göre %2 azalmış hali. Ben bir benzin sever olarak kendimi çok yalnız ve ötekileştirilmiş hissetmeye başladım 🙂

Peki şanzımanlarda durum nedir. Bence bu istatistik de oldukça şaşırtıcı ancak bu sefer olumlu manada. Zira otomatik şanzımanlara olan ön yargımız kesinlikle kırılmış. Aldığımız 100 araçtan 65'ini artık otomatik şanzımanla tercih ediyoruz. C sınıfı araçlarda bile bu oran bu seviyelerde. Otomatik şanzımanı destekleyen biri olarak sevinsem de manuelin verdiği zevkleri de terk edemeyeceğimi düşündüğümden ötürü pazarın bu hali biraz içimi burkmadı da değil 🙂

 

Genel Değerlendirme

Pazarımız Ağustos ayının ortasındaki kur patlamasından mütevellit tam %52 daraldı (Ağustos ayında) Üstelik bu daralma yalnızca ayın yarısındaki fiyat artışlarının etkisi. Bu kurlarla satış yapılan Eylül ayında daha da fazla bir düşüş hiç ama hiç uzak bir senaryo değil. Üstelik bu şekildeki bir düşüş toplam gerilemeyi %30 seviyelerine çıkarabilir ki bu da hiç isteyeceğimiz bir şey değil. Peki neden?

Şunda ötürü: Bir otomobil firması olduğunuzu düşünün ve Türkiye için 2019 senesini planlıyorsunuz. Geçen sene yaptığınız planlamaların hepsi çökmüş ve stok yaptığınız 10 araçtan yüksek ihtimal 3'ü elinizde kalmış. Satsanız bile düşük model yılından satacağınız için ucuza vermek zorunda kalacaksınız. Türkiye'ye araç getirme konusunda bu şartlarda ne kadar istekli olurdunuz? Elbetteki çok arzulu olmamanız doğal. Ancak bu piyasadaki araç sayısını düşürecek ve dolayısıyla azalan araç sayısı biz tüketicilere fiyat artışı olarak tekrar yansıyacak. Sürümden kazanma fikri maalesef ülkemizde gitgide hayal olmaya başladı. Bir kaç sene önce yıllık 1 milyon barajını neredeyse geçmeye yaklaşmışken ve dolayısıyla hemen hemen her markanın çok önem verdiği bir pazar haline gelmişken şu anki durumumuz maalesef markaların risk almak istemediğinden ötürü uzak duracağı bir pazar görünümü.

Yazımı bu kadar karamsar bitirmek istemiyorum aslında. Ne olursa olsun tasarruf etmemiz gereken şu dönemlerde belki de biraz dişimizi sıkarak otomobil alışverişlerimizden vaz geçmek daha sağlıklı olacaktır kanısındayım. ÖTV indirimi gelir mi gelmez mi soru işarteti ama biz cebimizdeki parayı bu mebleğlara bir otomobil için harcamaya ne kadar muhtacız bunu bir kez daha kendimize soralım derim (Hay Allah daha karamsar oldu 🙂 )

 

Kişisel not: Arkadaşlar  kısa bir zaman önce bir kişisel web sitesi oluşturdum wp tabanlı. Herhangi bir tecrübem olmadığından amatör bir çalışma ancak siteye bakıp olumlu olumsuz değerlendirebilirseniz çok sevinirim. Şimdiden teşekkür ederim . Buyrun link:

2018 Yılı Ocak-Ağustos Dönemi Türkiye Otomotiv Pazarı Değerlendirmesi

NOT: Sitede ekstra bir parça yok bu yazıyla alakalı. Eğer girmek istemezseniz bir şey kaybetmezsiniz 🙂

HAYIRLI AKŞAMLAR...

BeğenFavori PaylaşYorum yap
Önceki yorumları gör 10 / 12

49 Aylık Xperia Z2 Deneyimi (Upuzun Kullanım Testi)

Öncelikle bu yazı, satın aldığım için belki de en çok memnun kaldığım cihaz olan Z2'ye veda yazısıdır 🙂 "Bir cihaza böyle bir yazı yazılır mı?", diyorsunuz belki ama 4 seneyi aşkın süredir her gün beraber olduğum bir cihaza karşı ister istemez bir vefa duygusu besliyor insan. (Ne kadar saçma, parayla aldığın alete karşı vefa mı olur 🙂 ) Eğer zaman bulabilirsem fotoğraflarla son durumunu da göstermeye çalışacağım sizlere. Çok uzun bir yazı ama okursanız o döneme dair şeyler de mevcut. Beğeneceğinizi düşünüyorum...

 

CİHAZI İLK ALDIĞIM DÖNEM PİYASA:

2014 yazı Haziran ayının sonlarıydı. Xperia Z2 ülkemizde satışa çıkalı 1 hafta falan olmuştu yanlış hatırlamıyorsam. Aslında o dönemde hem bu tarz amiral gemilerini hem de son çıkan bir cihazı gidip almak gibi bir niyetim yoktu lakin şartların elvermesiyle ve biraz da ihtiyarım haricinde bu seviyelere çıkabilmiştik. Tanıtılalı yaklaşık 1 sene olan Nexus 5 almayı planlarken (1300₺ seviyelerindeydi) tam 2150₺'ye Xperia Z2 aldım. Kafanızda canlanması için dönemin o dönemki amiral gemisi pazarından da bahsedeyim. Galaxy S5 ya yeni duyurulmuş ya da duyurulmak üzereydi. Çünkü o dönemki arkası  nokta nokta olan telefonun devasa afişlerini çok net hatırlıyorum. (İğrenç bir kahverengi modeli vardı). HTC ONE M8 ise hemen hemen kafa kafaya girmişti piyasaya Sony ile. LG G3 ise muazzam G2 mirasıyla piyasayı sallıyordu o dönem yine hafızam beni yamultmuyorsa. APPLE da ise durum iPhone 6 tanıtılmadan hemen öncesiydi. Yani en iyi telefon 5S idi. (Eylül ayında iPhone 6 tanıtılınca piyasayı tekele aldı zaten)

Altını çizmek istediğim nokta şu. Xperia Z2 bütün bu cihazlar arasında en sönüğü olarak görülüyordu o dönem piyasada. Yekpare metali ve çift kamerasıyla yine mükemmel bir selefi olan Htc One M8, pazarın her istediğini yerine getirmiş gözüken f/p canavarı G3 ve klasik bir Samsung amiral gemisi, reklamlarıyla pazarı ele geçiren Galaxy S5. ANCAK sizin de hak vereceğinizi düşündüğüm şekilde bu dört cihaz arasında en kalitelisi Xperia Z2 çıktı. En iyisi demiyorum zira donanımları çok benzerdi bu aletlerin ama bugün baktığımız zaman halen daha kullanıcısı olan tek cihaz sanırım Xperia Z2(Görece olarak çok ama çok daha az satmasına rağmen G3 ve S5'e göre). Ben ve bana benzer gerek TeknoSeyir'de gerekse başka platformlarda Xperia Z2'si bir türlü bozulmadığı için telefon değiştiremeyen bir sürü insan var 🙂 Ancak kronik sorunlarıyla ünlenen G3 ve gerçekten iğrenç (burası tamamen özneldir) bir cihaz olan S5 kullanıcılarını hep yarı yolda bıraktı. Hele S5. Arkadaş üzerine parlak boya çekilmiş ve iki ay sonra soyulan dandik plastik kasasına insanlardan binlerce lira para isteyip aldılar. Sonrasında iPhone 6'nın da etkisiyle bir devrim olan S6 gelmek zorunda kaldı zaten. (NOT: Bu noktadan sonra Samsung amiral gemileri çok ama çok harika bir yola girdi. Takdir etmemek elde değil. 4 sene önceki Samsung algınızla şu anki algınızın ne kadar farklı olduğuna bakarsanız siz de benimle aynı şekilde düşünebilirsiniz)

İşte durum vaziyet bu şekildeydi pazarda ve Sony bence tarihinin en iyi cihazını çıkardı o dönem.(Günümüze kadar tüm telefonlar dahil)

 

ÖZELLİKLER VE İLK DENEYİMLERİM:

Cihazı aldım eve geldim bir heyecan bir heyecan anlatamam 🙂 (Şu an o dönemki heyecanımın yüzde 1'i yok. Sadece bende böyle değil sanırım hemen hemen herkes bu durumda. Mobil cihazlara doyumu yaşadık gibi geliyor bana artık). Cihazın teknik özelliklerini yazmıyorum buraya. Zaten bir sürü sayıdan ibaret ama ben yine de bir link bırakayım:

https://www.gsmarena.com/sony_xperia_z2-6144.php

Benim çok sevdiğim tasarım anlayışı, o dümdüz arka ve ön form ve elime alınca verdiği metal cam karışımı kalite hissi çok tatmin etmişti gerçekten. O dönemler kameraya çok meraklıydım. Dolayısıyla kamera yetenekleri ve oyuncakları oyna oyna bitmemişti. Ağır çekim, tek basışla çekilen 2 saniyedeki 30 kareyi tek tek gösteren mod (adını unuttum 🙁 ), arka plan bulanıklaştırma... Ve AR EFEKTİ. Yani dünyanın en gereksiz ama en çok beğenilen özelliği olabilir bu. Yani bir şaşırıyorsun bir mutlu oluyorsun... garip bir his evde dinazorlarla fotoğraf çekilmek. Gerçekten de o dönem için çok başarılı ve yeni bir şeydi. Sony çok güzel reklama çeviremedi bu özelliği ancak ben tüm küçük kuzenlerimi Trex eşliğinde oyun oynarken çektim 😀 (Acayip seviyor çocuklar, kandırmak için birebir)

Ayrıca kameranın yüksek ışıktaki performansı da MUAZZAM'dı. Halen daha o dönem çektiğim fotoğrafların kalitesine hayran kalıyorum. Hatta o kadar sene geçmesine rağmen güneşli bir günde çiçeğin üzerindeki böceği bu kadar ayrıntılı çekebilmesi şaşırıp kalıyorum. Gel gör ki ışıklar kapanınca bizim kamera dönüyor hesap makinesine. Yani bu gündüz bu fotoğrafları çeken sensör nasıl bu hale döner dedim hep. O sebeple gece gece çıkarıp ay çekeyim, yıldız çekeyim falan muhabbetlerine hiç yaklaşmadım bile. Telefonun sınırlarını bilince daha güzel bir deneyim yaşıyor insan bana kalırsa 🙂

Ön kamera ise tam bu selfie çılgınlığı patlerken çıktığı için Sony'nin atladığı bir detaydı. Yani o dönem Sony mühendisleri "Ne gerek var abi, arkada ne güzel kamera var işte" diyebiliyorlardı ki ön kamera sadece 2 megapixeldi. Hani sadece ağzım yüzüm düzgün mü diye bakmaya yarıyordu. Ha ben hiç şikayet etmedim çünkü selfie çekmiyorum. Hani az değil baya hiç çekmiyorum. O sebeple benim memnuniyetime hiç negatif etki etmedi ama durumunun da içler acısı olduğunu söyleyeyim buradan 🙂

Ekranına ayrıca bir parantez açmak istiyorum. Kalite çok ama çok üst düzeydi. Bunu halen daha telefonumun ekranına bakarken söyleyebiliyorum. İnsanı "vauvvv" dedirtmiyordu diğer marka cihazların tepe modelleri gibi ama bunun bir tercih olduğu çok aşikardı. Gerek renklerin doğruluğu gerekse canlılık açısından harikaydı. Hatta telefonun en iyi tek bir özelliğini seç deseler ekran deme ihtimalim çok yüksek.

Arayüzün sadeliği ve akıcılığı harikaydı (O dönemler önemli detaylardı bunlar gülmeyin. Telefon incelemelerinde "Menüler arasında kaydırma yaparken takılmıyor" şeklinde bir benchmark vardı o derece 🙂 açın izleyin o dönemin cihazlarının incelemelerini.) Yani total deneyim olarak mest olmuştum.

TESPİT: Zaten bir insanın teknolojik ya da değil herhangi bir malını uzun seneler kullanabilmesindeki ana faktör bence bu: Sevmek. Yani sevince çok daha mutlu olabiliyor o insan elindeki aletle. Hani diyor ya "İnsan sevdiğinin kusurunu görmezmiş". İşte o hesap 🙂

Kamerayla alakalı o dönem çektiğim birkaç fotoğrafı da şuraya iliştireyim. Çoğu silinen bir sd karttan geri kurtarılmaya çalışılırken elde edilen fotoğraflar. Sevdiğim bazı fotoğraflarıma ulaşamadım maalesef 🙁 Sanatsal harikalıkta fotoğraflar değil de günlük hayat performansını değerlendirebileceğimiz daha normal fotoğrafları paylaşacağım. Fotoğrafçılık olarak kusurlarını eleştirmeyin lütfen 🙂

 

NOT: TS fotoğraflrın boyutlarını neredeyse 5'de birine kadar sıkıştırıyor. O sebeple biraz bozulma olmuş. Bir tık daha ayrıntılar netmiş gibi düşünün muazzam fark etmiyor.

 

Erzurum Yakutiye Medresesi >> Süper otomatik modda geçerken çekilmiş normal bir fotoğraf

 

 

Büyük Ruhlu Bir Küçük Kedigil >> Doğru ışıkta gerçekten güzel iş çıkarabiliyordu cihaz

 

 

Köy Evimizin Manzarası >> Çok iyi sayılmaz (Manzara güzel ama 🙂 )

 

Henüz Bu Bahar'da Çekilmiş Bir Makromsu >> 4 senelik cihaza göre harika bence. Ki ben son yıllarda oldukça şikayetçiyim camının üzerindeki lekelerden ötürü kamera performansından. Ama ışık iyi ise ölüsü yetiyor.

 

Kocatepe Camii >> Gece çekimine bir örnek ancak bina güzel aydınlatılmıştı gerçekten.

 

Mudanya Vapuru Limanı (Yanlışım yoksa) >> Düşük ışıkta bu manzaraları düzgün bir şekilde fotoğraflayamayınca telefon fotoğrafçılığından soğuyorsunuz

 

Tuz Gölü >> Bence bu fotoğrafta da güzel not alabilir. Sanırım geçen sene çektiğim bir fotoğraf

GÜNCELLEMELER:

Güncellemelere ayrı bir paragraf açmak istedim açıkçası. Cihazı kutudan Android KitKat'la aldım.(Ben sanki bir önceki sürümdü diye hatırlıyorum ama internette böyle söyleniyor. Sanırım yanılıyorum) Cihaz kullanım sürem boyunca 5 ya da 6 tane ana güncelleme aldı. Yani boyutu 1 GB civarlarında olan ve telefonu baştan aşağıya değiştiren güncellemeler. Ve neredeyse hepsi mükemmeldi. Hiçbir sıkıntı yaşamamakla beraber her güncellemeyle cihazım yeni bir cihaz almışçasına yeni bir deneyim sunuyordu bana ve bu beni çok mutlu ediyordu. Sanki bedavadan bir ürün almış gibi (Biliyorum güncelleme aslında normal olması gereken bir şey diyeceksiniz belki ama Sony gerçekten kızabileceğimden çok daha iyi bir deneyim sundu bu cihazda bana) En son olarak da 6.0.1 güncellemesini alarak sürümümüz marshmallowda kaldı. O günden beri de yazılım açısından sıkıntı yaşamadan kullandım. Yani son güncellemelerinde "Telefonu keşke güncellemeselerdi" diyecek halde bırakmadılar. 2 sene boyunca desteğini verdi Sony ve ben bu cihaz özelinde hakkımı helal ediyorum kendilerine 🙂

 

CİHAZIN SON VAZİYETİ NASIL(Temmuz 2018):

Öncelikle cihaz beni tam 3 sene en ufak kusur olmaksızın memnun etti. Yani performans düşüklüğünü bir nebze olsun hissettiğim ilk an 3 sene sonrasıydı. O zamana kadar tek bir şikayetim dahi olmadı. Fakat bu son senede hızlı bir düşüş yaşadı cihazın performansı. Bu sene boyunca lineer olarak azalan performansı şu anda gecikmeler ve donmaların yoğun olduğu bir cihaz haline geldi. Elbette bence halen kullanılabilir seviyede (Yani sinir krizi geçirmiyor en azından insana 🙂 ) Ancak gerçekten bazen home butonu ve kilit tuşu bile anlık tepki vermeyince çok garipsiyorum ve bu benim deneyimimi çok baltalıyor. (Uzun süre çok hızlı bir cihaz kullanmış olmanın şımarıklığı bu belki de bilemiyorum) Bir de çok uzun süre kullanmış olmanın verdiği tatmin hissi de var. Artık değiştirmeyi hak ettim diye düşünüyorum sanırım 🙂 Gerçi kardeşim telefon alacak olmasa sanırım yine almazdım ancak hazır o telefon alacakken ben de bir değişim yapayım istedim.

Kozmetik olarak cihazın ilk aldığımdan beri garipsediğim manyetik şarj noktası tozu ve kiri tutma konusundaki becerisi sayesinde epey kötü durumda (Gerçi iğneyle falan temizlenebilir belki). Onun dışında yine cihazın en zayıf materyali olan güç tuşu artık ovalleşmiş ve renksiz bir yapıda 🙂 Gerçekten bu tuş Samsung'un parlak kaplamaları ayarındaydı ve 4 sene elbette dayanamadı. Çerçeveler ise kenardaki beyaz şeridin bir miktar çizilmesi (Ya da solması belki bilemiyorum) dışında hala çok iyi durumda bence renkleriyle ve malzemesiyle. En büyük hasarı henüz ilk haftasında kaldırım taşına düşürdüğüm için oluşan köşedeki ufak göçük (Nazarlık demiştim o zamanlar hakikaten nazarlık vazifesini layıkıyla yerine getirdi bu göçük) Unutmadan benim bu cihazı hangi şartlar altında kullandığımdan da biraz bahsedeyim hazır kozmetiğe girmişken. Cihazın ekranına dokunduğum gün sayısı 50 etmez 49 ayın tamamına bakılsa. Ki bu günlerin çoğunu da son bir ay içerisinde gerçekleştirdim. (Artık yeter ekrana dokunmak istiyorum deyip söküp attım cam filmini 🙂 ) Toplamda 2 film 2 tane de koruyucu cam kullandım sanırım. Dolayısıyla ekranının kusursuz olması benim titizliğimden kaynaklanıyor desem yalan olmaz. Özellikle ilk senelerinde de kesinlikle kılıfla kullandım. Bunun sebebi cihazı korumaktan çok kullanımı kolaylaştırmaktı açıkçası. Zira hem kılıfsız olduğunda çok sert bir cihaz olduğunda masaya koyarken bile dikkat etmeniz gerekiyor hem de arkası cam oluğu için sağa sola hoplamaya çok meyilli. Ancak kılıfı takınca hem ben rahatlıyordum hem de o. Dolayısıyla kozmetiğini de iyi korumuş olabilirim.

Şarj konusu ise en büyük sıkıntı. İlk aldığım dönem cihazı çok sevmemin temel sebeplerinden biri şarjıydı. Sony nasıl yapıyorsa şarjı kokluyor diyebilirim. Yazılımının gösterişten uzak sadeliğinin bunda etkisi elbette vardır diye düşünüyorum. Ancak gel gelelim lityum-ion teknolojisi 4 sene hemen hemen her gün dolup boşaltıldığında dayanan bir teknoloji değil. Kesinlikle o batarya zayıflıyor. Aslında bu noktada da dikkatli biri olduğum için 4 senedir orjinal bataryayı kullanıp halen daha 1 günü çıkarabilmem belki de başarı olarak görülebilir sony açısından. Ancak sonuç olarak ben bir günü çıkaran cihaz kullanarak sınırlarda yaşamak ve bu sebeple yanımda powerbank taşımak istemiyorum. Arka plan uygulamalarının eskisine nazaran daha çok pil tükettiğini düşünüyorum bu arada (Sanırım android 6'da kalmanın yan etkisi bu durum). Ekran süresi olarak çok nadir senaryolar haricinde 3 saatin altında bir değer alıyorum artık maalesef.

CİHAZIN FOTOĞRAFLARI:

SON SÖZLER:

İyisiyle kötüsüyle 4 sene bu cihaz beni idare etti. Yeni alacağım hiçbir cihazın beni bu kadar idare edip edemeyeceği belli değil. Hatta birçoğu maalesef bu süreleri görmeyecektir. Nasıl 4 sene önce satılmış S5, G3, One M8, Note 3 gibi cihazları etrafımızda nadirattan görüyorsak bu sene satılan cihazlar da maalesef aynı akıbete uğrayacak. Ben bir tüketici olarak bu devinim içinde bulunmak istemiyor ve yeni alacağım cihazla da seneler geçirebilmeyi çok istiyorum. Sürekli harcamaya değil, elimizdekinden en sonuna kadar verim almaya çabalamalıyız diye de düşünüyorum (Kamu Spotum 🙂 ) Bu doğrultuda çok uzun zamandır bu alet elimde. Son senesinde beni biraz da üzmedi desem yalan olur. AMA NE OLURSA OLSUN:

 

TEŞEKKÜRLER CANIM Z2'm 🙂

Sizlere de eğer buraya kadar okuduysanız çok teşekkür ederim 🙂

 

 

Daha önce haber verdiğim durumdan birkaç arkadaşı da etiketlemek istiyorum:

@muhammed @zatisahaneleri @nukleer @shyrelia @samsa @xdaft @bestami @abdullahazad @johncenaaa @neversurr14

 

#XperiaZ2 #Sony

 

BeğenFavori PaylaşYorum yap
Önceki yorumları gör 6 / 27

Practice-It! Java dilini öğrenirken en büyük yardımcım.

İnsanlar için dil öğrenmek zordur. Çalışmayı, azmi ve belki de en önemlisi size destek olacak unsurları gerektirir. Aynı şekilde bilgisayar dünyası içerisinde de bu dil öğrenme zorlukları geçerli oluyor. Özellikle ilk programlama dili öğrenme çabanız oldukça zor bir sürece dönüşebiliyor. Daha sonraki farklı bilgisayar programlama dillerinde bu süreç muhakkak ki kısalıp kolaylaşıyor.Lakin farklı bir dünyaya düşüp bu dünyada konuşmayı öğrenmeye çalıştığımız ilk sefer gerçekten zor olabiliyor. Zira insan yaratılışı da aynı şekilde işlettirilmiş. Konuşmayı ilk öğrenme işlemi senelere yayılırken devamında ekstra lisanları daha kolay bir şekilde hafızamıza alabiliyoruz.

Ancak burada bir fark var. Bulunduğumuz dünyadaki insanî lisanları öğrenirken çevremizden sürekli dürtü alır ve destekleniriz. Yanlışlarımız düzeltilir, yeni bilgiler aktarılır çevremiz tarafından bizlere. Yalnız bilgisayar dilinde bu durum söz konusu değil. Tamamen yalnızsınız ve konuşmaya çalıştığınız kişi çok potansiyelli dahi olsa duygusuz ve akılsız bir makine. İşte bu bloğu yazma sebebim de tam olarak bu.


Practice-It Washington Üniversitesi hocaları tarafından kurulmuş bir site. Bu site Java diline yeni başlayan öğrencilerin kodlarını yazıp aynı zamanda kodlarının doğruluğunu test etmenize imkan tanıyor. Terimsel tabiri ile bir Online Compiler.  Kod yazmak kolay. Herhangibir İde(eclipse, jGrasp v.b.) hatta not defteri dahi buna imkan sağlıyor. Ancak kodunuzu test etmek veyahutta kod yazmanızı sağlayacak bir problem bulmak buradaki en büyük problem. İşte Practice-It sitesi içerisinde barındırdığı 1800 den fazla problemle sizi adım adım bu dilde geliştiriyor. Bu sorular Üniverste hocaları veyautta alanda yetkin kişiler tarafından hazırlanmış.

Öncelikle sitede kodunuzu yazabilmek için bir hesap oluşturmanız gerekiyor. Kullanıcı adınızı ve kurumunuzu seçerek(Üniversite, Lise v.b.) hesabınızı oluşturuyorsunuz. Daha sonra size kolaydan zora doğru verilen birçok problemi çözmek kalıyor. Ancak güzel olan bunu yaparken kodun tamamını yazmaya ihtiyacınızın olmaması. Problem sizden yalnızca sorduğu kısmı yapmanızı talep ediyor. (Bir algoritma ya da bir function...) Bu şekilde yazdığınız kodu compile edebilmek için gerekli diğer kısımları kendi hallediyor tabiri caiz ise. Ben çok faydalandım sizlerin de faydalanmasını çok isterim.

 

(NOT: 2016 senesinde yazdığım bir yazıymış. Yayınlamamışım her nedense. O dönemde dilim biraz ağır geldi bugün okuyunca açıkçası 🙂 Faydası olması ümidiyle. HAYIRLI GÜNLER)

 

#JAVA #Yazılım #Eğitim #BilgisayarMühendisliği

BeğenFavori PaylaşYorum yap

Alınabilecek Makul Telefon Arayışım (Temmuz 2018)

Bu gönderiyi kişisel olarak yazıyorum ve benim gibi bir durumda olan varsa onlara da yardımcı olur ümidiyle paylaşıyorum. Kendime, düşüncelerimi toparlamak için bir not aslında. Tamamen ÖZNEL bir içerik dolayısıyla. Lütfen buna göre değerlendirin 🙂 Durum yerine Blog olarak yayımlamamın sebebi ise görsel olarak zenginleştirebilmek yazıyı.

 

Şu an (2018 Temmuz) bana ve kardeşime telefon alma arefesindeyim. Dolayısıyla bir araştırma yapıyorum. (Sanki Dünya'yı kurtaracağım. Al geç işte bi tanesini 🙂 yok ama böyle araştırmadan alınca memnun olmuyorum genellikle) Tabiki kardeşim kararını kendisi verecek ancak ön çalışma yapma konusunda çok istekli sayılmaz. Dolayısıyla ben bizim için uygun olan modelleri belirlemeye çalışıyorum. Sunacağım seçenekler içerisinden birini seçecektir.

 

Tabi bütçe, arzular, beklentiler gibi birçok parametreyi belirlemek gerekiyor belki ama ben bu şekilde bakmadım olaya. İçime en çok sinecek cihazı arıyorum. Yani 1000 lira da olabilir 2000 lira da. (3-4 bin kesinlikle olmaz o fiyatları vermeyi düşünmüyoruz iki öğrenci olarak ki daha rahat rahat kullanabilelim cihazları. Kırıp, kaybedince üzülmeye gerek yok) O yüzden cihazlar çok farklı gelebilir sizlere kusura bakmayın şimdiden 🙂

 

Başlamadan önce son kez şu an kullandığım modeli ve neden değiştirmek istediğimi de söyleyeyim fikir verme açısından. 2014 Haziran ayı sonunda 2150₺ 'ya aldığım Xperia z2 cihaza sahibim. Cihazdan çok ama çok memnun kaldım ve hakkını da verdiğimi düşünüyorum. Ancak artık pili ve performansı zayıfladı. Yanımda powerbank taşımaya alıştığım gibi ara ara telefonumun teklemesini de normal karşılar oldum.

 

Birtakım Ön Şartlarım:

Ben biraz klasikçi bir yapıya sahibim. Dolayısıyla bazı temel şeylerde diretmek istiyorum bu telefon alışverişimde. Bunlar:

-16:9 ekran oranı (Fotoğraflarımızın, monitörlerimizin, TV'lerin kısaca hemen her şeyin sahip olduğu bu formatın değiştirilmesi çok saçma geliyor bana. Ancak seçim aralığımı en çok kısıtlayan madde de bu oldu 2018 trendlerinden ötürü)

-Çentiksizlik (Gıcık oluyorum ekranın üst kısmının gitmesine. Simetri bozukluğundan mı görsel olarak çirkin gelmesinden mi kaynaklanıyor bu durum bilmiyorum. Yanlış anlaşılmasın iPhone X ile alakalı değil bu durum. Hepsine gıcığım 🙂 )

-Micro SD kart desteği (Sadece fotoğraflar için istiyorum bunu. Ben telefonum ile çektiğim fotoğrafları farklı bir donanımda saklamayı seviyorum. Bana daha düzenli gibi geliyor ama aynı zamanda güvenli. Yani telefon bozulsa ya da ulaşılamaz hale gelse dahi micro SD kart içerisinde fotoğraflara ulaşma ihtimalim biraz daha yüksek)

-Mümkünse küçük bir cihaz (Ben büyük telefon kullanmak istemiyorum. Yanımda taşıdığım bu kadar önemli bir cihazın daha taşınabilir olmasını arzu ediyorum. Not: Apple'ın en takdir ettiğim özelliği bu tarz kullanıcılar için çok güzel ölçülere sahip 4.7 inç versiyonu bulundurması. Diğer üreticiler nedense sadece Plus model yapıyor sanki )

-32 GB depolama, 3 GB RAM (Minimumlar)

 

NOT : Bu şartlar kendi adıma isteklerim ancak esnetilebilirlikleri var ve kardeşime de seçenek sunabilmek için aşağıda bazı modeller olacak yukarıdaki özelliklere sahip olmayan.

NOT 2 : Sayın @umtk hocamın Temmuz ayı önerileri ve genel değerlendirmeleri de benim için çok önemli bir kaynak görevi görüyor. Kendisine de teşekkür ederim ürettiği kaliteli içeriklere verdiği emekler için. Tavsiyelerini bekliyorum 🙂

NOT 3:  Pazar olarak Hepsiburada'yı kullandım. Hem daha derli toplu bir platform hem de daha önce kullanıp memnun olduğum için alışverişimi de oradan yapma ihtimalim yüksek.

 

Dikkatimi Çeken Cihazlar:

 

MEİZU M6 ve M6 NOTE

İki cihaz tasarım olarak çok benziyorlar. Note versiyonu tahmin edeceğiniz üzere daha büyük ekrana sahip (5.5 inç). Ancak Note versiyonu sd625 kullanırken M6 maalesef Mediatek işlemci kullanıyor. Bu büyük bir eksi açıkçası gözümde. Ayrıca 1 GB ram, 32 GB depolama ve 1000 mAh'a yakın batarya artısı da var. Yani M6 Note oldukça üstün kağıt üzerinde. Son zamanlarda Meizu'ya karşı ayrı bir ilgim oluştu. Daha ayakları yere basan ve sağlam bir firma imajı veriyor bana diğer Çinli kuzenlerinden. Özellikle yazılıma çok önem verdiğim için benden eksi puan alan diğer Uzak doğulular arasında daha yüksek puan verdiğim bir marka. Ancak şu kombinasyonlarla alabilir miyim bilmiyorum. Ekstra olarak büyük modelimizin çift kamerası var ama benim için çok önemli sayılmaz bu özellik. İki cihaz da microSD kart desteklerken su korumaları yok.

FİYAT:

M6 : 999₺

M6 NOTE : 1299₺

 

XİAOMİ Mİ6 ve Mİ NOTE 3

Aynı yukarıdaki cihazlarda olduğu gibi bu iki cihaz da tasarım olarak çok benziyorlar ancak biraz daha farklı durumdalar. Note modeli büyük ekrana sahip ve orta segment için üretildiği söylenen sd660 işlemci kullanıyor (Bence yeterli. İş görüyorsa 6 ile başlaması sıkıntı değil 🙂 ) Mi6 ise sd835 kullanıyor. Birçok özelliğini de benden daha iyi biliyorsunuzdur siz cihazların. Ancak bu arkadaşlar ile ilgili şöyle bir sıkıntım var. Son 2 ayda fiyatları katlanarak arttı. Mi6 1800'lerin altını, Note 3 ise neredeyse 1500'lerin altını görmüşken şu anda fiyatları çok daha yüksek. Bu bende ters etki yapıyor açıkçası ancak mi6 16:9 ekran formatı ve nispeten minimal tasarımıyla (boyut olarak) çok cezbediyor beni şu piyasada. Tabi Xiaomi'nin yazılım sıkıntıları ve şu reklam gösterme rezaleti (Evet bence bu bir rezalet 🙂 ) hiç hoşuma gitmeyen şeyler.

FİYAT:

Mİ6 : 2150₺

Mİ NOTE 3 : 1850₺

 

HUAWEİ P SMART ve MATE 10 LİTE

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazının genelinde benzer cihazları beraber değerlendirerek kalabalığı azaltmaya ve kafamdaki sınıflandırmayı yansıtmaya çalıştım. Bu iki ürün de birbirine çok benzeyen ürünler. Sadece bir kaç ögelerinin yerleşimi ve boyutları farklı dış cephe olarak. İkisi de segmentlerinde önemli düzeyde F/P ürünleri bana kalırsa. Donanımlarından bahsedersek eğer ikiside aynı Kirin işlemciyi kullanıyor (Çok bilmiyorum Kirin'lerin segmentasyonunu o yüzden yazmadım modelini). Mate 1 GB RAM ve 32 GB depolama artısına sahip. Ayrıca boyutlarından kaynaklı ufak bir pil avantajı var (+300 mAh civarı). Ekran oranları ve çözünürlükleri aynı. Şimdi açık konuşayım ben bu iki cihazı da almam 🙂 Ama dediğim gibi hem tasarım olarak hem de fiyat olarak güzel konumlandırılmışlar. Çentikleri de yok. O yüzden kardeşim için seçeneklere koydum. Ha bir de MAVİ renkleri çok güzel 🙂

FİYAT:

P SMART : 1469₺

MATE 10 LİTE : 1799₺

 

XİAOMİ Mİ A1

Görece yüksek donanım, güncelleme konusunda destek (Yani ne kadar iyi çalıştığı tartışılır Android One girişiminin ya neyse...), yüksek malzeme kalitesi, segmentine göre iyi bir kamera, tasarımının şıklığı.... Büyün bunlar toplanınca "EEE bu telefon baya ucuz" dedirtiyor insana açıkçası. Tek tek yazmayacağım özelliklerini ama gerçekten bu kadar çok satmayı fazlasıyla hak eden bir model. Ama Xiaomi alacak olsam MiUI kullanmak çok isterim. Düz android (her ne kadar seveni çok olsa da) bana çok düz geliyor. Yanlış anlaşılmasın sadeliği çok severim Sony'den alıştığım üzere ama bu biraz..şey...ımmm.... BOMBOŞ 😀 Azıcık kullanıcı deneyimini artırıcı eklemeler istiyor insan. Ben bu sebeple almam gibime geliyor ama bakalım belli de olmaz. Ucuz bir şey alıp geçme fikri ağır basarsa listede üst sıralarda bu arkadaş.

FİYAT:

Mi A1 : 1179₺

 

SONY XPERİA XZ1

XZ1 geçen haftaya kadar çok net öndeydi kafamda. Benim çok beğendiğim bir tasarım anlayışı var (Evet seviyorum ne olmuş. Evet çerçeveleri futbol sahası kadar, uçak iner olum oraya. Hatta köşelerini de batsın diye yapmışlar. AMA SEVİYORUM İŞTE 🙂 ). Kamerası güzel, güncellemesi muhakkak Android P'yi alacak, sd835 var içinde ve Xiaomi Mi6'dan ucuza satıyor Sony bu aleti. Neredeyse aynı donanıma sahip cihazlarda (ki kamera performansı ve yazılım konusunda XZ1 daha üstün) Sony Xiaomi'den daha ucuz. İlginç gelmiyor mu sizin de kulağınıza? AMA gel gör ki geçen hafta burada da konuşulan bir haber çıktı. Sony Türkiye ofisi kapatılacak. Biliyorum garantisini vermek zorunda ve sıkıntı olmayacak falan ama içime sinmiyor yeni modelleri bizzat kendisi tarafından ülkeye getirilmeyen bir markadan alışveriş yapmak. Çok büyük kararsızlık içerisindeyim. 4 sene kullanınca bırakmak da zor oluyor markayı (Gerçi bir yanım da değişiklik istiyor artık. Sıkıldım sanki)

FİYAT:

XPERİA XZ1 : 2109₺

 

XİAOMİ REDMİ 5 PLUS ve MEİZU M6s

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Evet biliyorum iki farklı markadan telefon bu cihazlar ama benim aynı kategoriye koyduğum telefonlar bunlar. İkisi de çerçevesiz cihaz trendini yakalamak isteyen giriş seviyesi cihazlar. Genel olarak tasarım dilleri de benzer zaten. Meizu'nun parmak izi okuyucusu çok şık (Daha önce benim aklıma gelmişti bu tasarım desem inanmazsınız 🙂 ) Tabi yine xiaomi işlemcide Qualcomm birlikteliğini konuşturmuş. Sd625 kullanıyor Redmi. M6s ise Exynos işemci kullanıyor.  Batarya, ekran gibi donanımlarda da Xiaomi daha önde. Ancak yukarıda da bahsettiğim gibi benim şahsi tercihim Meizu'dan yana bu ikili arasından. Tabiki 16:9 ekran oranına sahip olmayışları beni oldukça uzaklaştırıyor bu alandan ancak ekonomik cihaz düşünen herkesin seçenekleri arasında olmalı bu modeller.

FİYAT:

REDMİ NOTE 5 PLUS : 1099₺

M6s : 1199₺

 


 

Bana güzel ve alınabilir gelen cihazlar bunlar lakin birkaç tane cihazdan da bahsetmek istiyorum.

Galaxy S7 gerçekten güzel bir cihaz ancak 2 seneden daha eski bir cihaz artık. Var olan sürümünden ileri gider mi güncellemelerle bilmiyorum (Ayrıca Samsung'a S3, S4 zamanlarından kalma bir antipatim var 🙂 Ama S7 güzel alet hakkını yemeyelim).

Bir de Nokia 8 var ama saf Android deneyimi beni cezbetmiyor kesinlikle o fiyat seviyelerinde. Hiç gündemime almadım bu sebeple bu nispeten güzel olan telefonu.

Toparlamak gerekirse seçeneklerim bunlar. Ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, geçmiş yıllara piyasadaki telefon ve marka sayısı çok daha fazla belki ama benim aklıma yatan, içime sinen cihaz sayısı çok az. İnsanların arzularını iyi okuyamayan markalar olduğu aşikar. Kendi yollarından gitmek yerine taklitçiliğe gidilmesi de markaların güzel cihazlar oluşturmasını engelleyen etmenlerden bence. İstesem de istemesem de bu ay bir telefon alacağım. Günün sonunda güzel bir karar vererek bir 4 sene daha kullanabileceğim bir cihaz almayı çok istiyorum.

 

Eğer buraya kadar okuduysanız bu yazıyı size de çok teşekkür ederim. 🙂 Seçimimde de önerilerinizi bekliyorum. Şimdiden teşekkürler. Etiketlerimizi de ekleyelim:

#TeknoYardım #SanaTelefonÖneremem

BeğenFavori PaylaşYorum yap
Önceki yorumları gör 5 / 26

2018 ilk 6 ay otomobil satışları değerlendirmesi (Marka, Model, Segment)

#Otoseyir severlerle konuşacak bir ortam olması açısından yazıyorum bu yazıyı. Genel olarak bakmak istiyorum duruma.

 

Öncelikle son 2, 2.5 senede otomobil fiyatları kur ve ötv düzenlemesinden ötürü çok ciddi şekilde arttı. Ancak bu durum çok uzun süre fiyat arttıkça satışların da artması şeklinde yankı buldu sektörde. Ancak bu sene, özellikle de haziran ayında tam %39'luk düşüşün gerçekleşmesi ile bu trendin bittiğini ve yüksek fiyatların artık insanların alım gücü ve psikolojik sınırların aştığını anlayabiliyoruz. Peki ne kadar satış gerçekleşti genel olarak sektörde ve hangi marka ve modeller burada öne çıktı.

 

Marka bazında 2018 ilk yarısı:

Çok uzun süredir aslında olmayan bir şekilde zirvede açık ara liderlik var şu an Türkiye otomobil pazarında. Renault grubu açık ara farkla lider götürüyor satışları ve en yakın rakipleri olan FİAT, VW ve FORD'un kafa kafaya podyum mücadelesinden epey uzakta.

  1. Renault:    52.084
  2. Fiat:    39.194
  3. Volkwagen:    39.096
  4. Ford:    38.581
  5. Hyundai:    22.189
  6. Toyota:    16.860
  7. Dacia:    16.330
  8. Peugeot:    16.216
  9. Mercedes:    14.332
  10. Honda:    14.059
  11. Opel:    12.297
  12. Skoda:    12.200
  13. Nissan:    12.179
  14. BMW:    7.781
  15. Audi:    7.521
Notlar:
  • Renault, 5-6 sene önce VW'e kaptırdığı koltuğu söke söke geri almış görünüyor. Ancak bu durumda yazımın başında belirttiğim kurlar çok önemli etken. Zira VW tüm araçlarını ithal ederek satarken Renault yalnızca 16.660 ithal araç satışı gerçekleştirmiş. Yani yerli malı olmanın faydalarını görmüş. Tabi listedeki Fiat, Hyundai, Toyota ve Ford da aynı şekilde ülkemizde fabrika bulundurdukları için bu kadar yukarıda barınabilmişler. Çünkü satışlarının çoğunluğu yerli üretim.
  • Mercedes diğer premium rakiplerinden ne kadar da çok satmış değil mi? Maalesef hafif ticari olarak geçen ve bu sayılara dahil olan Vito ve Sprinter modelleri bu yanılsamayı sağlıyor. Sıfır adet ticari araç satışı gerçekleştiren rakipleri gibi sadece binek otomobil satışları hesaplandığında ortaya çıkan değer 9.347. Aslında hala epey fark varmış. Ülkemizin "Yıldız" sevgisi aşikar 🙂
  • Son olarak Seat'ın listede olmadığının altını çizeyim. Kendisi 17. marka ülkemizde. Sebep? Sedan araba satışı yok çünkü markanın. Burası bagajsız araba almayan babalar diyarı sonuçta 🙂

Model bazında 2018 ilk yarısı:

Bu listede hafif ticari araçları dahil etmemeye çalıştım. Onun dışındaki binek modellerde ise Türk halkının genlerine geri dönüş başlattığı gibi bir izlenim var. Yavaş yavaş kalıplarını kırıyor dediğim pazar tekrar sedanlara ve risksiz araçlara dönmüş. Kimse çok yüksek meblağlar ödediği bir materyal için risk almıyor.

  1. Megane Sedan:    18.406
  2. Egea Sedan:    16.898
  3. Clio:    14.856
  4. Passat:    11.337
  5. Civic:    11.062
  6. Corolla:    10.820
  7.  i20:    7.985
  8. Qashqai:    7.669
  9. Focus Sedan:    7.242
  10. 301:    7.159
  11. Duster:    6.937
  12. Polo:    6.761
  13. Symbol:    6.554
  14. Golf:    5.968
  15. Astra Sedan:    5.474
Notlar:
  • Liste dikkatinizi çektiği üzere yerli üretim araçların baskın olduğu bir liste. Özellikle Honda Civic, Toyota Corolla ve Hyundai i20  modelleri, markalarının satışlarının çok büyük bir kısmını oluşturur durumda. Aslında markaların ülkemize yatırım yapıp yapmama konusunda ikna edilebilmesi için otomotiv sektörümüz çok olumlu sayılara sahip bence burada.
  • Sedanları gerçekten çok seviyoruz. Listedeki araçların tam 9 tanesi sedan. Üstelik bu modellerin birçoğu hatchback versiyona sahip olmasına rağmen sedanları daha çok satan modeller. Listeye giren tek c segmenti hatch Golf olmuş.
  • Passat gerçekten çok enteresan bir noktada bence. Markanın global olarak çok daha fazla satan iki modeli Golf ve Polo'nun toplamına yakın miktarda satılmış. Ülkemizin sedan sevdasını, kurulan prestij algısıyla beslemiş ve belkide dünyada tek olarak çok büyük bir başarı elde etmiş Passat (Tüm dünyada tek olduğu kısmını tahmin ettim herhangi bir kanıtım yok 🙂 )

Segmentlerde durum:

Çok takıldım yazı boyunca biliyorum ama yine karşımıza çıkıyor SEDAN sevdamız. İlk altı segmenti alacağım burada ve ona göre değerlendirmeyi size bırakacağım. Parantez içerisinde birkaç örnek vererek segmentleri de anlatmaya çalışacağım bilmeyenler için.

  1. C Sedan (Megane Sedan, Jetta, Focus Sedan v.b.) :     90.651
  2. B Hatchback (Clio, i20, Polo, Fiesta v.b.) :     47.451
  3. C SUV (Qashqai, Kadjar, Tiguan, Kuga v.b.) :     37.040
  4. D Sedan (Passat, Superb, Mondeo, Avensis v.b) :     25.292
  5. C Hatchback (Golf, Leon, Astra, i30 v.b.) :     18.874
  6. B Sedan (Symbol, 301, C-elyyse, Rapid v.b) :    17.409

 

Geçen Seneye Göre Durum:

Burayı çok daha uzun yazmak ve model model bakmak istiyorum ancak yoğunluğumdan ötürü şimdilik yalnızca kıyas verilerini vereceğim. Belki ileride düzenlerim burayı tekrardan.

- Öncelikle ilk 6 ay kıyaslaması yapmak gerek sanırım. 2017 senesi ile 2018 senelerinin ilk yarıları karşılaştırıldığında düşüş miktarı %11.9. Sayılarla ifade edersek 401.158 olan toplam satış bu sene 353.348 olmuş. Düşüş miktarı hafif ticari kısmında beinek otomobillere göre birazcık daha fazla.

- Geçtiğimiz ay olan Haziran 2018 ile Haziran 2017 karşılaştırıldığı zaman ise çok dramatik bir düşüş var daha önce de yazı içerisinde de belirttiğim gibi: %39. 2017 Haziranında 83.658 olan pazar geçen ay 51.037 seviyelerine düştü. Peki neden Haziran ayında bu kadar yüksek bir değişim oldu. Tahmin etmesi çok zor değil: SEÇİM. Hemen hemen her alıcı gelecekten ne olacağını bilmediğinden bu ay otomobil almaktan kaçındı. Ya da seçim sonrası kurların düşeceğine olan inanç biraz daha sabretme meyli göstermesini sağladı insanların.

Genel olarak değerlendirirsek çok daha önce başlaması gereken düşüş başladı gibi duruyor. Seçim sonrası satış patlaması yaşanmazsa yıl sonuna kadar geçen seneden yüzde 10 ila 15 arası daha az satış yapılacak gibi duruyor. Bu yüzdeler çok yüksek. Dolayısıyla ya devlet kanadından ya da markalar kanadından muhakkak müdahale gelecektir. Bu müdahalelerin biz tüketiciler için OLUMLU ya da OLUMSUZ olacağını zaman gösterecek.

 

 

Eğer buraya kadar okuduysanız çok teşekkür ediyorum ayırdığınız zamaniçin . Bilgileri ODD sitesinden alıp kendimce analiz ettim. Bazı excel tabloları hazırlayıp baktım. Otomobillerin pazarını takip etmeyi nedense çok seviyorum.Hangi araba kaç tane satmış bilmek ayrı bir haz veriyor bana 🙂

Şimdilik sadece Teknoseyir'de paylaştım ancak belki kendi web sitem ve birkaç platformda daha paylaşabilirim ilerleyen günlerde.

BeğenFavori PaylaşYorum yap
Önceki yorumları gör 7 / 30
  • Ofpoyraz @redmaner

    Yerellik gerçekten çok önemli ülkemizde.

  • Orçun @orcnd

    adet olarak reno grubu önde fakat satış tutarı olarak vag grubu çok daha üstün. gurubun en çok satan modelleri jetta, golf, passat, skoda superb, octavia gibi pahalı modeller. reno-dacia-nissanda ise genelde ekonomik modeller çok satıyor.

    kalite arayanın adresi vag gurubu oluyor. bu sebeple en değerli markalar vag grubunda diyebilirim. özellikle skodanın bu kadar satması önemli. yeni suv modelleri kodiaq ve karoq avrupada da çok sattı

    • Ofpoyraz @redmaner

      Evet kazanç olarak aradaki makas kapanmasa da oldukça azalıyordur yüksek ihtmimal. Zira en çok sattığı modeli Passat olan bir firmadan bahsediyoruz.

      Skoda'ya gelince evet SUV ailesi fena satış gerçekleştirmiyor ama yine ülkemizde sedan modellerle kıyaslanamaz. Octavia ve Superb sırasıyla aynı segmentlerdeki Karoq ve Kodiaq kardeşlerinden toplamda neredeyse 6 kat fazla satmışlar. Diyorum ya SEDANCIYIZ 🙂

    • Orçun @orcnd

      @redmaner kodiaq ilk geldiğinde superb 89 bin tl kodiaq 95 bin tl den satılıyordu. aynı motor benzer donanımdı. fakat kodiaq az sayıda geldi aylarca yok sattı bekletti. hatta test araçları ve basın araçlarını bile sattılar otomotiv basını bile beklemek zorunda kaldı.

      sonrada kur ve ötv ile fiyatı çok yükseldi. sipariş verip bekleyen birçok kişi eminim ki vazgeçmiştir zira 5-6 ay içinde araç 50 bin tl değerlendi.

      şimdi superb ile kodiaq arasında 40 bin tl fark var. bu şartlarda satması süpriz olur.
      araç fiyatları düşsün diye dua ederken 1 sene öncesine bile muhtaç duruma düştük.

      neyseki o dönemde zam gelmeden önce 56 bine boş rapid aldım kenara çekildim

    • Ofpoyraz @redmaner

      @orcnd Hayırlı olsun en güzeli 🙂 yazıda da söylemiştim aracını yenileme isteği olan insanlar son 2 senede bu işi halletti. Siz de bunlardan biriymişsiniz

  • Selçuk Kaya @kya-selcuk

    Sorun bayi marjlarında değil zaten bayiler çok düşük marjlarla çalışıyorlar bu kur artışlarını münkün olduğunca yansıtmamak için. Buna rağmen her ay 10bin 10bin artıyor araçların fiyatları. Burada sıkıntı devlet vergilendirmesinde. 1.6 litre hacim motorlu araç için %60 ötv üstüne %18 kdv üstüne bir de ötvnin kdvsi derken fiyatlar arttıkça devlet daha da fazla kazanmaya başladı. Ama bu halk da aptal değil artık dur dedi. Bundan sonra devlet vergi kaybına uğramamak için mecburen ötv indirmek zorunda kalacak. piyasa satsın ki vergi geliri gelmeye devam etsin. ÖTV yi geçen seneki %45 seviyesine indirseler bu 200bin liralık arabanın 180bin civarına düşmesi demektir bu bile piyasayı ciddi rahatlatır ve satışlar tekrar artmaya başlar.

  • Ofpoyraz @redmaner

    @kya-selcuk evet benim de beklentim bu

Üniversitedeki grup çalışmaları hakkında küçük bir analiz

NOT: Bu yazı bir duruma gece gece atılan bir yorumdur. Normalde bu kadar yazmam ama çenem düşmüş. Ben de blog olarak da yayınlayayım dedim. Bu kadar konuşmamın sebebi ise yazının sonunda belirtildi 😁

@level iş hayatında böyle bir şey asla yok. Yanlış anlaşılmasın evet birden çok kişi bir projede beraber iş yürütüyor ama bu ödevler böyle değilki. Hoca bunu yapın diyor birbiriyle hiçbir bağı ve statü farkı olmayan bir grup insan aynı şeyi beraber yapmak zorunda bırakılıyor. Böyle bir verimsizlik olabilir mi ya? Meslekte insanlar parça parça işlerini yaparlar ve birleştirilir. Yani esasında herkes bireysel çalışır ama çalışmalar toparlanarak bir bütün oluşur.

Alanım olduğundan yazılımdan örnek vereyim. İş dünyası bu projelere yukarıda belirttiğim gibi bölerek yaklaşır. X şahsı giriş kısmını kodlarken y şahsı arayüzü oluşturur z şahsı da sunucuyu ayarlar (tamamen atıyorum). Bu süreç bir proje yöneticisi tarafından koordine edilir ve birleştirilir. (bakın ne kadar enteresan yalnızca koordinasyon kurmak ile yükümlü bir kişi istihdam ediliyor ve genelde en yüksek ücreti de bu arkadaş alıyor. İşin içinde hiçbir katkısı olmamasına rağmen. Yani bireysel çalışmaların koordinasyonunun, yani bir grup haline getirilmesinin ne kadar zor olduğunu gösteren başka bir done. Neyse…) bu şekilde hem verimli hem hızlı görülür işler. 10 çalışanın var olduğunu varsayarsak 10 kişiyi tek işe vermektense 10 işi aynı anda yapmak çok daha verimli ve hızlıdır. Düşünsenize 10 kişinin aynı anda küçük bir algoritmayı yazmaya çalıştığını. 10 katı hızlı olmayı bırakın tek kişinin yaptığından bile daha yavaş gerçekleşecektir işlem. Velhasılı kelam mantıklı olduğu üzere vakte nakit gözüyle bakan işletmeler sürece böyle yaklaşır.

Gelelim ödevlerimizde bu nasıl oluyor. Hoca diyorki şu büyük işi kodlayın.

10 kişi biraraya gelip diyor ki hadi kod yazalım. Ulan (afedersiniz) 10 kişi kod mu yazılır. Bari bölün sen şurayı kodla sen şurayı kodla deyin. Yok neymiş birlikte çalışmayı öğrenmeliymişiz. E hocam böyle bir çalışma modeli dünyada hiçbir şey de yok ki öğreneyim. Bitmedi. Hoca diyor ki poster hazırlayın.

10 kişi yine oturup abi nasıl yapalım diye konuşuyor. Ulan 10 kişi ayakkabının bağcığını bağla demek gibi bi şey. Yapsın işte biri posteri. Yoook. Neymiş bu sosyal ortama girmeliymişiz. Dahası var… Hoca diyor ki sunum yapacaksınız.

Tamam diyorsun böleriz herkes bir yeri yapar. Ama olmaaaaz. Neden? Çünki hoca herkes her yeri sunabilecek kadar çalışacak demiş. E be hocam ben neden tüm projeye hakim olayım. Hadi onu geçtim herkesin her şeye hakim olmasına ne gerek var (ülkemizin genel problemlerinden biri de bu. Her şeyi bilmek istediğimiz için hiçbir şeyi tam bilmiyoruz. Bu projelerde de emin olun aynen böyle oluyor. Akademisyenimiz dahi böyle iş görmeye çalışıyor anlıyacağınız).

İşin olması gerekeni ise basit. Böl ve fethet savaş taktiği gibi işte. (Gerçi ödevlere düşman olarak baktık…. Amaaan neyse sevmem zaten) Biri kodu yazar biri posteri yapar bi sunar. Bu süreçler daha alt parçalara da bölünebilir kolaylıkla. Yani kişi arttıkça bölme arttırılır devam edilir. Dikkatinizi çekerim herkes temelde sadece kendi bölgesi ile ilgili. Basit… Olması gerektiği gibi.

Daha 10 farklı adamın biraraya gelmesindeki zorluklar, arada çıkan tembel tipler, teknik altyapı eksikliklerine rağmen yapmak zorunda bırakılan işler, insanlar arasında çıkabilecek(ki hep çıkar) fikir ayrılıklarının yönetimi, ödevin aslında kişiye hiçbir şey katmaması, yüksek not için süründürülmeler…. gibi problemlere hiç değinmedim. Sadece süreç bile bu kadar iğrençleşebiliyor.

Çok uzun olmuş. Ben bunu blog olarak da yayınlayalım. Neden mi bu kadar uzun oldu?

Basit. Yarın sınavım olduğu için laf lafı açıyor saatın 02.47’sinde 😀 Az sonra da “ya çok çalıştım biraz şöylr gözümü dinlendireyim. Ama 5 dakkacık. Sonra kalkıp devam” deyip yatarım ama kalkmam. Sabah da sınava girerim.

(bkz: sınava çalışmamak için yapılan absürtlükler.)

Hayırlı geceler olsun...

BeğenFavori PaylaşYorum yap
  • Mert @merpheus

    2.47 yi ilk gördüğümde GPA sandım 😀 şaka bir yana,iş dünyası ile okul projelerini karşılaştırmak çok mantıklı değil bence.Okul projelerinde tüm öğrenciler bir şeyler öğrenme derdinde,herkes her şeyi öğrenip eksikleri kapatmak istiyor,her dakika da proje gelmediği için-en azından bizim bölümde- fazla başka fırsatları olmuyor.İş dünyasında ise her ekip üyesi ve ekip yöneticisi kendi işine konsantre oluyorlar.Çünkü bir şey öğrenmekten ziyade öğrendiklerini uygulamak,bir şeyleri ortaya çıkarmak gayesindeler.Ha, çalışanlar hiç bir şey öğrenmiyor ve/veya iş yerleri buna izin vermiyor gibi bir kanı oluşmasın,bu oluyor ama projeler gibi hassas konuları deneme tahtası yaparak değil.Eğitimlere gidip testler yapıyor çalışanlar.Bu sayede eksiklerini kapayıp bütün olarak görev dağılımlarına göre hareket ediyorlar. Temel çatışma okul projeleri ve iş hayatındaki amaçsal zıtlık olarak görünüyor.

    • Ofpoyraz @redmaner

      Öncelikle aynen katılıyorum. Zaten bu yorum iş dünyasında lazım olacak diyen birine bir cevap.

      Ama projelerin faydası ve geliştirme kısmına katılmıyorum. Grup çalışmaları için bu tabi bireysel projeler candır

    • Mert @merpheus

      @redmaner daha spesifik bir örnek vereyim,geçen sene bizim bir iha projemiz vardı,orada tübitakın verdiği para ile karbon fiber kalıplama,elektronik dizaynı lehimi yazılımı aerodinamiği filan gördü arkadaşlar.Bunlar bireysel olarak herkesin sahip olabileceği alabileceği şeyler değil.Bir metre karbonfiber kumaş 200-300 lira iken örneğin.Keza biz arkadaşlarla okulda defalarca sabahladık.Herkes görüp yapmak istiyordu tek iş olsa da.O nedenle bu tarz projelerde tüm öğrenciler bir şeyler kazanmaya çalışıyor kendileri için.Yazılım projeleri biraz daha ayrı bir konu tabi.Orada bir maliyet yok genel olarak.Ondan dolayı isteyen gider evine çeker pipten nugetten istediği kütüphaneleri çatır çatır yazar. Yazılımın en güzel yönü bu zaten 🙂

    • Ofpoyraz @redmaner

      @mertkirimgeri yine katılıyorum ama yine katılmıyorum 🙂 Hocam sizin projeniz bir tubitak projesi. Çok güzel faydalı. Bunun için sabahlanırda günlerce uyunmaz da. Ama benim kastım hocaların 200 kişilik gruba verdiği projeler. Yoksa her projeye karşı değiliz yankış anlaşılmasın 🙂

  • Asaf Duru @asafduru

    "birbiriyle hiçbir bağı ve statü farkı olmayan bir grup insan" dediğin kısımdan sonrasını okumadım. Doğrusu "birbiriyle hiç bir bağı bulunmayan ve statüleri farklı olan" olabilirdi.

Baba&Oğul&Otomobil

Arabaya bakmayı, arabacı olmayı babadan gördük. Balans, rot ayarı kaçar diye, jant çizilir diye park ederken kaldırımlara dan dun yanaşmamayı babadan öğrendik. Sağdan asla geçmemeyi, yolun ileri görünmüyorsa girmemeyi, büyük araçların sağ önünde kör noktasında kalmamayı defalarca her seferinde duyduk. Yeri geldi koskoca yolda çukura teker düşürdük diye azar işittik. Direksiyon sonuna kadar çevrilmişse daha zorlanmamalıydı. Orada öyle tutuyorum basmıyorum aslında açıklamaları yapılsa da o ayak o debriyajın üstünde durmamalıydı. Park ederken çok eski püskü vuruklu araçların önü arkası tercih edilmemeliydi ki aynı dikkatsiz adam sana da vurma ihtimali sıfırlanmalıydı.
Denize vs gidince akşam güneşinin yönü hesaplanıp araç ona göre ağacın altına çekilmeliydi. Yıkarken fırça sopası değmemeliydi çünkü çizerdi. O zamanlar wash mitler falan yoktu. Araç hortumla fırçayla yıkanırdı...
Süt ve et kokusu çıkmaz araba sattırırdı. Bu yüzden dökülmesine hiç izin verilmedi.
Başkalarının da olsa araçlara asla zarar vermemeyi de çocukken öğrendik. Demir fermuarlı kot montlar, demir düğmeli pantolonlarımız olurdu. İki arabanın arasından sıkışıklıktan falan geçerken bunların arabayı çizebileceği pantolonumun düğmesi daha tampon yüksekliğindeyken anlatılmıştı bi şekilde.
Arabanın içi yaşam alanıydı. Her ne kadar ayakkabı ile de girsek soluk aldığımız yerdi. Dışı pis olsa da içi temiz olmalıydı...

 

Yazı DonanımHaber forumu üyesi 'supremum' adlı kullanıcıdan alıntıdır. Hoşuma gitti yayınlamak istedim

#otoseyir

BeğenFavori PaylaşYorum yap