ELITE DANGEROUS HORIZONS 2.2 Güncellemesi

Uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından nihayet ulaşmıştım Xevioso sistemine. Bu sistem iki güneş -ki biri kırmızı dev idi- ve on gezegenden oluşan bir sistemdi. Bazı gezegenler kendi uydularına da sahiptiler. Benim hedefimde Xevioso A2 gezegeninin yörüngesinde dolaşan Armstrong Gateway ticaret istasyonu vardı. Buraya ulaşıp biraz ticaret yapmak ve bulabilirsem biraz da görev almak istiyordum doğrusu. Uzay ticareti karnınızı ve geminizin deposunu doldurabilir ama daha fazlası için görevler şarttı. Hele bir de kanunsuz olanları vardı ki tehlikeli olsalar da getirileri çok yüksek olabiliyordu doğrusu.
Sorunsuz bir inişin ardından ulaştım istasyona. Gemimde hasarlı parça yoktu. Yakıtımı doldurtup gemimi dinlenmeye aldırttım. Ben de istasyondaki hanın yolunu tuttum. Xevioso sisteminin yerlileri Jarwa'lardı. Kısa boylu, kuvvetli ve kurnaz canlardı. Sohbet etmeyi çok severlerdi fakat yine de onlara karşı dikkatli olmak gerekiyordu. Ben kuytu bir köşede kahvemi yudumlarken bir tanesinin yanıma gelip sohbete başlaması pek de uzun sürmemişti doğrusu. İsminin Voltar olduğunu öğrendiğim jarwa bana yeni bulunan antik kalıntılardan bahsetti. Hatta HIP 17403 sisteminde gizemli bir uzay ırkının düşmüş gemisinde bir takım hazine avcılığı hikayelerinden de bahsetti. Jarwa'yla yaptığımız uzun uzadıya sohbetin ardından oradan ayrıldım.
Yeni istasyonların varlığından haberdardım. içlerinde bahçelerin, akarsuların, hayvanların olduğu dev yaşayan şehir istasyonlarından. İşte tüm bu yenilikler beni heyecanlandırıyordu doğrusu. Uzaylı kalıntıları, kayıp hazineler, yeni keşfedilen gayserler, yepyeni yaşayan istasyonlar. Bunların hepsini keşfe çıkacağım dostlarım. yaşadığım her macerayı da sizlerle paylaşacağım. Elite evrenindeki her maceramı. Ama sonunda bir gün Dünya'ya kendi güneş sistemimize geri döneceğim. Aileme... Şimdilik benden bu kadar. Elite evrenindeki ilerlemelerle yeniden görüşünceye dek hoş çakalın... Commander Khan out...

Kayıt tarihi: 06 Kasım 3302
Gemi: Hauler 777
Komutan: Khan 777
Sistem: Xevioso
İstasyon : Armstrong Gateway

BeğenFavori PaylaşYorum yap

FIFA 17 VE FOSTBITE ENGINE

Fifa serisi yeni üyesi Fifa 17 ile birlikte İgnite Motoruna veda ediyor ve Battlefield 4 ve Star Wars Battlefront'da da kullanılan Frostbite motoruna geçiyor. Bakalım bu değişim Fifa'yı nasıl etkileyecek. Görsel olarak Fifa 16'dan daha iyi ve gerçekçiği olacağı kanaatindeyim lakin biz futbol severlerin Fifa 16 da en çok beğendiğimiz husus futbolcu fizikleri ve çarpışma motoruydu. Umarım Frostbite motoruyla birlikte bu akıcı animasyonlar bir adım öteye taşınır ve futbol keyfimiz ikiye katlanır. Pes serisiyle kıyasıya bir rekabat içerisine giren Fifa nın bu hamlesi oyuncular tarafından nasıl karşılanacak bakalım? EA Sports'un yayınladığı kısa teaser'ı aşağıdaki linkden izleyebilirsiniz. Yeni bir başlıkta buluşuncaya dek hoşça kalın.
https://www.youtube.com/watch?v=3oiFgbU60CA

Hakan KAYA

BeğenFavori PaylaşYorum yap

TEKNOLOJİNİN KISA TARİHİ VE MİKRO İŞLEMCİLER

Teknolojik gelişmeler hayatımızı kolaylaştırdığı kadar bir o kadar da bizi bir birimizden uzaklaştırmıştır. Teknoloji sayesinde dünya küçülüp insanlar birbirleriyle iç içe oldukça psikolojik duvarlar inşa etmişler ve kendilerini birbirlerinden uzaklaştırmışlardır. Bu yüz yılın insanı teknolojiye o kadar bağımlı hale gelmiştir ki neredeyse teknolojisiz nefes dahi alamayacak bir durumdadır. Moleküler transportasyona doğru adım adım yaklaşırken, sesten hızlı araçlar bizi dünyanın öbür ucuna hatta uzaya dakikalar içerisinde ulaştırabilecek kapasitelere erişmiştir. İnternet sayesinde artık dünya neredeyse parmaklarımızın ucuna indirgenmiş aynı anda dünyanın çok farklı ülkelerinden onlarca insanla görüntülü ve sesli telekonferanslar düzenlemek sıradan bir hal almıştır. Aslında tüm bu teknolojik gelişmeler ve medenileşme seviyemiz birbirimize daha yakın olmamızı ve birbirimizi daha iyi anlamamızı gerektirirken dünyada artan savaşların ve çekişmelerin gösterdiği üzere durumun tam ters istikamette seyrettiği aşikardır. Kısacası teknoloji bize daha iyi insan olma değil daha iyi öldürme ve daha çoğuna sahip olma arzusunu getirmiştir.
Tekerleğin icadıyla başlayan tarihsel süreçte bilim çok mesafe kat etmiştir. Benim kanaatimce bilimsel gelişim tarihindeki en önemli buluş ise mikroişlemcilerdir. Bu gün her türlü bilgisayarın ve elektronik cihazın beyni olan ve bilgi paylaşımını en hızlı şekilde gerçekleştirmeyi mümkün kılan bu matematiksel veri işlemcilerinin gelişimine kısaca bir göz atmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
1970 yılından önce üretilen ‘‘Texas Instruments’ın TMS 1000’i ve Garrett AiResearch’ün Central Air Data Computer’ı.’’ Her ne kadar günümüz işlemcilerinin temeli gibi görünseler de 1972 yılında İntel Corporation tarafından geliştirilen 8008 kodlu ve 8-Bit gücündeki işlemcisi günümüz bilinen işlemci mantığının temelini oluşturmaktadır. İntel firmasının bu atağına 1974 yılında yine bir Amerikan şirketi olan Motorola, 6800 model işlemcilerini piyasaya sürerek cevap verdi. 1982 yılında WDC firması tarafından geliştirilen CMOS 65C02 kodlu işlemci yeni kurulan bir bilgisayar firması olan Apple tarafından çoklu alanlarda kullanılmaya başlandı. 80’li yılların başındaki bu gelişmeler sayesinde bilgisayarlar otomotiv ve endüstüri sektörüne girmiş ve yavaş yavaş evlerde bile kullanılmaya başlanmıştı. 1984 yılı başlarında Western Desing Center (WDC) tarafından ilk 16 Bitlik işlemcinin üretilmesinin ardından bu gün bile kullandığımız tüm bilgisayarların hali hazırda temel çekirdeğini oluşturan İntel’in x86 (8086) işlemcisi bir devrim niteliğinde ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Daha sonra İntel’in 80386 ve 80486 modelleri ile birlikte tüm dünya “PC” yani “kişisel bilgisayar” (Personal Computer) deyimiyle tanıştı. Başlangıçta çok pahalı olan ve büyük şirketlerin mahzenlerinde saklanan bilgisayarlar artık evlerimize girmiş ve odalarımızı süsler bir hal almıştı. 16 Bit teknolojisinden 32 Bit teknolojisine geçişle beraber İntel firmasının Pentium 100,200, 300 serisi işlemcileri piyasayı işgal ettiler. Rakipleri olan Motorola ve Apple İntel’in hızına yetişemiyor ve kendilerini farklı alanlara kanalize etmeye başlıyorlardı. İntel’e işlemci pazarında rakip olan bir başka firma ise Cyrix’di ve onun da ömrü fazla uzun olmadı. İntel tam da piyasada tekel olmaya hazırlanırken başka bir firma ona rakip oldu. Herkes Amd firmasının da diğerleri gibi İntel karşısında tutunamayacağını düşünüyordu fakat hiç de öyle olmadı çünkü Amd’nin diğerlerinden bir farkı vardı, Fiyat / Performans. Amd, İntel’e oranla ucuz fakat performans olarak hızlı işlemciler üretmiş ve piyasada beğeni toplamıştı. Günümüzde de mikro işlemci piyasasında bu iki firmanın kıyasıya mücadelesi devam etmektedir.

BeğenFavori PaylaşYorum yap

ELITE DANGEROUS (Bir Uzay Kaşifinin Maceraları) 3

Zorlu bir iniş oldu. Yüzey çok engebeliydi. Kurak ve çorak arazide dört tekerlekli yüzey aracımla ilerledim. Hiçbir şey yoktu. Yalnızlıktan başka hiçbir şey. V379 Serpentis 3A ‘da aradıklarımı bulamamıştım. Gezegenin derinliklerinde yaşayan ve derisi için avlanan bir yer altı canavarından bahsettiklerini duymuştum daha evvel ama onun da izine rastlayamadım. Geri dönüş yoluna koyulduğumda ise yolda beni tatsız bir sürpriz yakaladı. Bir derin uzay korsanının saldırısına uğradım. Uzunca bir mücadelenin ardından ne o ne de ben galip gelebilmiştim. Lakin Frame Shit Drive’ım –ki kendisi küçük bir kütle çekim motoru olur- arızalandığından kendimi en yakın istasyona zor attım doğrusu. İstasyon görevlisi beni Jakob’a yönlendirdi. Kendisinin iyi bir mekanik olduğunu ve kütle çekim motorumu kısa sürede onarabileceğini söyledi. Ben de doğruca ona gittim
Jakob: “Sağlam hasar almış. Bunu onarmam birkaç gün sürebilir. Çekirdeği baskılayan kısımdaki birkaç parçanın değişmesi gerekli. Ayrıca nükleer reaktöründe de sızıntı var. Bağlı çekirdekteki anti madde kapasitörü de oldukça zayıflamış. Anti madde bu günlerde zor bulunuyor ama şanslısın ki bu istasyonda bir üretim laboratuarımız var.” Diyerek tamamladı sözlerini Jakob.
O’na teşekkür ederek yanından ayrıldım ve işiyle baş başa bıraktım O’nu. İstasyonun hanında bir şeyler yeyip birkaç derin uzay pilotuyla lafladım. Kütle çekim motorunun icadı bize derin uzayın kapılarını açmıştı. 2300’lü yıllarda keşfedilmişti. Çalışma mantığı basitti. Ana çarkın etrafındaki patlama odalarında gerçekleşen nükleer reaksiyonlar zinciri merkezdeki bağlı çekirdeği –ki çekirdek madde ve anti maddenin bir koruma çeperi içinde birbirlerine değmeden stabil kalmasını sağlayan kısımdır.- baskılayarak süper yoğun bir konsantre maddenin açığa çıkarak enerji üretiminin yapılmasını sağlamaktadır. Açığa çıkan bu süper güçlü enerji sayesinde uzay zamanı bükmek ve uzun mesafeleri çok kısa zamanda kat etmek mümkün olmuştur. Eğer kütle çekim motoru icat edilmeseydi biz hala güneş sistemimizde dönüp duruyor olacaktık belki de.
Uyku zamanı geldiğinde odama döndüm. Uyku kıyafetlerimi giyerek derin bir uykuya daldım. Oldukça yorulmuştum. Uyandığımda kendimi oldukça enerji dolu hissediyordum. Hana inip kahvaltı yaptım. Oradaki bir Arvan’la biraz lafladım. Arvan’lar galaksinin uzak bölgelerinden gelen bir çeşit mülteci işçilere verilen isimdi. Yaklaşık iki metre boyunda, ince kemikli, çekik gözlü ve güçlü yapılı insanlardı Arvan'lar. Konuştukları dili çat pat biliyordum. Galaksideki politik mücadelelerle çok fazla ilgilenmiyordum. Benim tek derdim hayatta kalmak ve ekmeğimi kazanmaktı doğrusu. Sonrasında da ailemin yanına geri dönmek istiyordum. Lakin içine girdiğim maceralar beni kendi güneş sistemimden ve dünyadan oldukça uzağa götürmüştü.
Eldar bu istasyonun en sağlam silah tüccarlarından biriydi. En azından bana öyle söylenmişti. Son kapışmamda pulse laser’in artık idare etmeyeceğini anlamıştım. En azından bana güdümlü füze ve otomatik ateşlenen koruma sistemleri lazımdı. Zaten çok zor kazandığım kredilerimin bir bölümünü bu silah sistemlerine harcamak zorundaydım.
Eldar: “Hoş geldin yabancı. Sana nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu.
O’na almak istediğim silah sistemlerinden bahsettim. Sıkı bir pazarlığın ardından el sıkıştık.
Eldar: “Sağlam pazarlık ediyorsun doğrusu. İstediğin silah sistemlerini yarına kadar monte ederim gemine. Kendine iyi davran dostum.” Diyerek uğurladı beni.
“Yarın’a kadar biraz daha dinlenme fırsatım oldu” dedim kendi kendime.
Hem kütle çekim motorum onarılacak ve hem de istediğim silah sistemlerim yarına kadar monte edilmiş olacaktı gemime. Sonra da biraz mal alıp başka bir yerde satmak üzere bu istasyondan ayrılabilirim sanırım. Şimdilik kaydı burada sonlandırıyorum.

Kayıt tarihi: 06 Mayıs 3302
Gemi: Hauler 777
Komutan: Khan 777
Sistem: V379 Serpentis
İstasyon : Steele Vision

BeğenFavori PaylaşYorum yap

ELITE DANGEROSU (Bir Uzay Kaşifinin Maceraları) 2

Meade Platform’a ulaştım. Ne yazık ki federasyonun baskısı nedeniyle imparatorluk kölelerini burada teslim edemedim. Bunun için başka bir istasyon bulmam gerekecek sanıyorum. V379 Serpentis 3A gezegenindeki keşif görevimi de kısa tutmam gerekecek bu yüzden.
Şu imparatorluk ve federasyon arasındaki politik mücadeleler yüzünden galaksinin altını üstüne getirdiler. Kahretsin…Ne eski karlar kaldı ne de eski maceralar. Anlatacağım. Merak etmeyin hepsini anlatacağım sizlere. Öncelikle biraz kendimden bahsetmek istiyorum. 3263 yılında Mars’ta doğdum. Olimpos dağının eteklerindeki şirin bir habit de büyüdüm. Yetiştiğim kolonideki her genç erkek gibi bende orduya kayıt oldum ve yirmi yıl hizmet ettim. Ordudan ayrılmama gelince… Bu eski bir hikaye ve sonra anlatırım. Sonrası serseri mayınlık. Oradan oraya macera peşinde koştum. Alpha Centauri’de başım derde girince arananlar listesine girdim. Başıma ödül bile kondu. Güneş sistemimize artık giremiyorum bunun için gerekli izin kağıtlarım iptal edildi ama ben bu izin belgelerine yeniden kavuşmak için elimden geleni ardıma koymayacağım. Evime, karıma ve çocuklarıma bir gün tekrar kavuşacağım. Neyse bunlar benim meselem ve daha derinlere şimdilik inmeyeceğim.
V379 Serpentis 3A ya yapacağım keşif inişinden sonra kaydıma kaldığım yerden devam edeceğim. Gezegendeki şu yaratık söylentileri doğru muymuş göreceğiz bakalım. Çektiğim her kare fotoğrafı interkomdan sizlerle paylaşacağım emin olabilirsiniz. Yeni bir kayda kadar çıkıyorum.
Kayıt tarihi: 01 Mayıs 3302
Gemi: Hauler 777
Komutan: Khan 777
Sistem: V379 Serpentis

BeğenFavori PaylaşYorum yap

ELITE DANGEROUS (Bir Uzay Kaşifinin Maceraları)

Gidzenko Ring uzay istasyonundan ayrılalı çok olmadı. Yine boşluktayım. Derin uzaya yelken açtım. Hala tek başımayım. Gemim Hauler 777’nin (Güneş sistemimizden sürülürken bana verilen kod 777 olduğu için bundan sonra kullanacağım gemilerimi de bu kodla yani 777 kodu ile kayıt ettirmem gerekecektir.) içinde bir başıma derin uzayda seyahat eden bir gezgin ’im ben. Maceracı, tüccar, kaçakçı, casus ve uzay madencisi… Her ne derseniz deyin ama derin uzayda tek başına hayatta kalabilmek için bunların hepsinden biraz olmanız gerekli. Kendi güneş sistemimizden ayrılalı çok oldu. Doğrusu ben bile hatırlamıyorum üzerinden ne kadar geçtiğini. Orası elit bir sistem halini aldı ve bizim gibileri dışladılar. İo’ da bile barındırmadılar bizi. Hepimiz sürüldük. Şimdiyse evimden çok uzaklardayım.
Ben komutan Khan. Bu kayıt defterine bu günden itibaren not düşmeye başlıyorum. Wolf 573 Güneş sistemindeki Gidzenko Ring uzay istasyonundan aldığım imparatorluk kölelerini V 379 Serpentis Sistemindeki Meade Uzay platformuna götürüyorum. Pek tabi ki de bu yasal bir iş değil ancak karşılığında alacağım krediler maddi bakımdan beni biraz rahatlatacak doğrusu. Hem sonra ben taşımasam onları birileri taşıyacak neticede.
Meade Platform Serpentis 2 A gezegeninin –ki kendisi 3. Sınıf bir gaz devi olur- yörüngesinde seyretmekte ve kanunsuz işlere göz yuman bir izbe uzay istasyonu konumundadır. Oraya daha önce hiç gitmemiştim ama methini hanlarda lafladığım diğer derin uzay pilotlarından işitmiştim doğrusu.
Bu sistemde köleleri teslim ettikten sonra iki ana meteorit kuşağında biraz maden arayacak ve sonra da V379 Serpentis 3A uydu gezegeninde biraz keşif yapacağım. Bu atmosfersiz izbe gezegenlerde hiç ummadığınız hazinelerle ya da belalarla karşılaşmanız işten bile değil. Ama ne yapalım benim işim bu. Yeni bir kayda kadar şimdilik çıkıyorum.
Kayıt tarihi: 28 Nisan 3302
Gemi: Hauler 777
Komutan: Khan 777
Sistem: V379 Serpentis

BeğenFavori PaylaşYorum yap

Big Bang yani büyük patlama teorisi evrenin oluşumunu en güzel şekilde açıklayan ve bu gün bilim dünyası tarafından genel kabul görmüş bir teori olarak karşımızda bulunmaktadır. Bu gün öyle bir noktadayız ki evrenin oluştuğu anı simüle etme aşamasına çok yaklaşmaktayız. Son günlerde pek çoğumuzun duyduğu ve tarihin en önemli deneyi olarak adlandırılan bir deney gerçekleştirilmektedir. Cern deneyi. Peki nedir bu Cern? C.E.R.N. , Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'nin kısaltmasıdır. Cern deneyinde Hadron çarpıştırıcısı adındaki bir cihaz kullanılarak çok yüksek miktarda enerji üretilmesi ve bu enerjiyle kainatın başlangıcındaki büyük patlama anına benzer bir tablo oluşturulması hedeflenmiştir. Madde ve anti maddenin birbirini yok etmedikleri bir zaman diliminin gözlemlenebilmesiyle evrenin başındaki hadiseler çözümlenmeye çalışılacaktır. Hatta bu deneyde 7000 milyar ev enerjisine ulaşıldığında –ki bu çok çok büyük bir enerji miktarıdır- minik bir kara deliğin dahi oluşabileceği çılgın ihtimaller arasında gösterilmiştir.
Burada madde ve anti madde konusunu biraz açmak istiyorum. Anti madde, bildiğimiz maddenin aynı kütleli fakat negatif yüklü halidir diyebiliriz. Örneğin elimizde bir elektron ve bir de proton atomu olsun bu atomların kütlesel olarak aynı fakat yük olarak zıt olanlarını elde edebilirseniz -ki Cern deneyinin asıl amacı da bu zıt yüklü maddeleri elde etmektir- İşte bu, kütleleri aynı fakat yükleri farklı maddeler bir araya geldiklerinde birbirlerini yok edeceklerdir.
Bilim insanlarına göre büyük patlamanın ilk evrelerinde bir arada bulunan madde ve anti madde birbirlerini yok etmiş ve çok az sayıda madde geride kalmayı başarabilmiştir. İşte bu geriye kalan madde de bugünkü bilinen evrenimizi oluşturmuştur. Tam da bu noktada madde ve anti madde birbirlerini yok ederken bir parçacığın ortaya çıkarak bir kısım maddeyi yok olmaktan koruduğu ileri sürülmüştür. Bu teori İngiliz bilim adamı Peter Higgs tarafından öne sürüldüğü için bu parçacığa da Higgs Bozonu adı verilmiştir. Bu parçacığa aynı zamanda “Tanrı parçacığı” adını veren bilim insanları bu gün Cern’de işte bu parçacığın peşine düşmüşlerdir.
Anti madde tamamen yok mu oldu yoksa evrenimizde ya da farklı bir evrende varlığını sürdürmekte midir? ikiz patlama modeli olarak adlandırdığım modelime göre bence evrenin başlangıcında iki çekirdek mevcuttu. Bu çekirdekler tıpkı matematikteki kesişen kümeler modelinde olduğu gibi iç içe bulunmaktaydılar ve birbirlerini kesmekteydiler. Kesişen kısımda madde ve anti madde bir aradayken diğer kısımlarda sadece madde ve sadece anti madde olarak yer alıyorlardı. Kümelerin yani evrenlerin kesiştiği kısımdaki madde ve anti madde birbirlerini yok edince iki küme yani iki evren birbirlerinden ayrıldılar ve ayrı ayrı genişlemeye başladılar. Yan yana genişleyen iki balon gibi genişledikçe birbirlerinden uzaklaştılar lakin genişleme hızları birbirlerinden uzaklaşma hızlarından daha fazla olduğundan bir noktada kesişecekler ve birbirlerini yok edecekler işte biz o noktayı da “Büyük Çatırdama” olarak isimlendiriyoruz. Bu sadece benim görüşüm tabi ki.

Cern labaratuarları İsviçre-Fransa sınırında yer almakta ve yerin metrelerce altındaki büyük tünellerden oluşmaktadır. Cern de farklı deneyler gerçekleştirilecek olup bu deneylerden en önemlisi ve en karmaşığı Atlas deneyidir. Bu deneyde amaçlanan ise proton demetlerinin çarpıştırılarak evrenin başlangıcında meydana gelmiş olan pek çok farklı olayın ve belki de şuan literatürde bulunmayan pek çok farklı parçacığın keşfedilmesidir. Pek de söz edilmemesine rağmen Cern de araştırılmak istenen bir başka konu daha bulunmaktadır. Farklı frekans aralığındaki boyutlar. Bu gün bir çok bilim insanı alt ve üst boyutlardan söz etmekte, paralel evrenler konusu ciddi bir biçimde tartışılmaktadır. Bizim insani birer varlık olarak gözle göremediğimiz, dokunamadığımız ve hissedemediğimiz pek çok boyut bulunabilir. Cern deneyi belki de bilimde yeni çığırlar açacak bir dönemin kapılarını aralayacak olabilir. Kainatın başlangıcına dair şimdiye kadar yalnızca teorilerle hareket eden bilim insanları şimdi labaratuar ortamında deneysel gözlem yapabilme imkanına kavuşmuş durumdalar. Henüz elle tutulur veriler elde edilemese bile gelinen nokta bilimsel anlamda son derece önem arz etmektedir. Eğer insanoğlu silah geliştirmeye harcadığı zaman ve parayı da bu tür çalışmalara yönlendirmiş olsa idi belki de şu an bilim ve teknolojide çok daha ileri bir safhada olabilecektik.

Bu konuda daha fazla ayrıntı ve bilgi için "Ve Bilim Allah(C.C.)'ı Buldu" isimli kitabımı tüm internet kitap satış sitelerinden temin edebilirsiniz.

Bir başka yazıda görüşmek dileğiyle hoşçakalın.

Hakan KAYA

BeğenFavori PaylaşYorum yap
Önceki yorumları gör 5 / 15

Bu gün biraz farklı bir konuda inceleme yazmaya karar verdim. Daha doğrusu bir hobi üzerine yazacağım: "Nano Deniz Akvaryumculuğu" Yurt dışında çok popüler olan lakin ülkemizde pek bilinmeyen bir hobi bu. Bir çoğumuz ucundan köşesinden akvaryumculuk hobisiyle ilgilenmiştir. Kimimiz fanusta japon balığı beslemiş kimimiz de kallavi bir akvaryum kurup içine her nevi (lepistes, kılıçkuyruk, çöpçü, vatoz vs...) canlıyı koyup karma bir su altı dünyasına sahip olmuşuzdur. Ancak tuzlu su bambaşka bir alem. Evet tatlı su akvaryumları da çok güzel ama tuzlusuya bir bulaştınız mı tatlı su akvaryumları size biraz yavan gelecektir.

Ben de ilk başta tatlı su akvaryumlarıyla uğraştım. Hatta yıllarımı verdim. Lepisteslerim yavrularken gecenin üçünde aman hiç bir yavruyu balıklara kaptırmayayım diye nöbet tuttuğum çok olmuştur. Tuzlu su akvaryumlarına hep özenirdim ama bu akvaryumları dev tanklarda görüp dudak uçuklatan fiyatlarını duyunca hep vazgeçerdim. Bir de bu akvaryumların hemen altında barındırılan ve adeta bir labaratuarı andıran sump kısımları beni benden alırdı doğrusu. Fakat sonradan öğrendim ki çok fazla maliyeti olmayan ve bakımı tatlı su akvaryumundan çok daha kolay olan deniz akvaryumları da varmış ve küçük boyutlu olduklarından (benim şu anki nanoreef akvaryumum yalnızca 55 litre) ev içinde konumlandırılmaları da kolay oluyormuş.

Peki böyle bir deniz akvaryumuna sahip olmak için neler yapmak lazım? Bu konuda sizlere kendi tecrübelerimden faydalanarak kısa kısa bilgiler aktaracağım. Bir nevi yeni başlayanlar için ufak bir kılavuz gibi. (Tabi ki içimizde bu işin üstatları da vardır mutlaka) Öncelikle akvaryum seçimi önemli. Benim ilk nano akvaryumum 20 litreydi. Yani 20 litreye bile deniz akvaryumu kurabilirsiniz ama ben 20 litrede biraz sıkıntı yaşadığım için sonradan 55 litrelik bir akvaryuma geçtim ve şimdi daha memnunum. Standart bir akvaryum sizin için yeterli olacaktır ancak üst bölümünde duşlama sistemli temizleme bölümü olan bir akvaryumu tercih etmenizi öneririm. Standart bir motor yeterli olacaktır çok üst seviye bir şeyle uğraşmayın (en azından başlangıçta) Su temizleme haznesine bir miktar elyaf koyun (akvaryumculardan temin edebilirsiniz) haftalık olarak yüzde 5 ila 10 arasında su değişimi yaparken kirlenen elyafı da değiştireceksiniz. Akvaryumumuza damacana suyumuzu (herhangi bir marka olabilir) ve tuzumuzu (deniz tuzu akvaryumcudan temin edeceksiniz) ilave ettikten sonra motorumuzu çalıştıralım ve suyun bir ay boyunca devir daim yaparak boş akvaryumu balıklar için hazırlamasını bekleyelim. Akvaryumumuza tuz dışında, denizlerde yaşayan ve zararlı nitrat maddesiyle savaşan faydalı bakteri kültürlerini de eklemeyi unutmayalım. ilk haftadan sonra akvaryumcumuzdan temin edeceğimiz canlı kayalarımızı ve deniz kumumuzu ekleyebilriz. Bir hafta da bu şekilde çalıştıktan sonra konç adı verilen kabuklu canlılarımızı ve karideslerimizi akvaryumda temizlik yapmaları için ilave edelim. Birinci ayın sonunda ise balıklarımızı ve anemon gibi diğer canlılarımızı ilave edebiliriz.

Gelelim ışık seçimine. Çok pahalı ışık sistemleri olsa da başlangıçta klasik bir su içi mavi+beyaz florasanı tercih edebilirsiniz. İşinizi görecektir. Akvaryum için alacağınız diğer malzemelere gelince: Derece, tuz ölçer, mıknatıslı cam temizleyici ve haftalık su değişimlerinde dipten su çekmek için vakumlu hortum size yeterli olacaktır. Akvaryum oturduktan sonra haftalık bakımı yaklaşık 10 dakikanızı alacaktır ve başka bir bakıma ihtiyacınız olmayacaktır. (akvaryumunuz tatlı su akvaryumlarındaki gibi asla kirlenmeyecektir ve asla komple su değiştirmeniz gerekmez.) su değişimi için haftalık 5-10 litre damacana sun yeterkli olacaktır (50-60 litre arası akvaryumlar için) suyu ve elyafı değiştirdikten sonra 50 litre için 20 damla bakteri ilacından damlatmalısınız. tuz ölçerinizle tuz oranını ölçüp dengede tutmanızda faydalı olacaktır. Bakım işte bu kadar basit başka bir şeye ihtiyacınız olmayacaktır.

Başlangıç için kolay beslenen ve uyumlu balıkları tercih etmelisiniz. Benim size tavsiyem palyaço balıkları, varesa, damsel, cromis, dotyback gibi kolay beslenebilen ve dayanıklı balıkları tercih etmenizdir. Ayrıca bu balıklar nispeten ucuz olduklarından maliyet açısından da olumlu bir etkiye sahiplerdir. Ayrıca doktor karideslerden de bir iki tane atmanız faydalı olacaktır. Peki tüm bunların bize maliyeti ne kadar oluyor? Aşağıda yaklaşık fiyatlarını vereceğim bir liste var oradan bakabilirsiniz. Deniz akvaryumculuğu gerçekten de insanı büyüleyen bir uğraşı ve ben bunu herkese tavsiye ediyorum. Kim evinde okyanustan bir parça olsun istemez ki? Yeni yazılarda buluşuncaya dek sürçi lisan ettiysem affola.

NOT:Resimler kendi akvaryumuma aittir.

Hakan KAYA

Akvaryum: 265 TL
Canlı Kaya: 100 TL (Kilosu yaklaşık 10 TL)
Canlı Kum: 50 TL
Yem: 10 TL
Bakteri Kültürü 10 TL
Tuz: 20 Tl (2 Kg)
Motor: 30 TL
Isıtıcı: 25 TL
Derece: 5 TL
İki adet florasan aydınlatma (mavi ve beyaz): 2x20: 40 TL
Bir adet mıknatıslı cam sileceği: 10 TL
İki Adet Palyaço Balığı: 25x2 : 50 TL
İki Adet Cromis Balığı : 25x2 : 50 TL
Bir Adet Varesa Balığı 1x40 : 40 TL
İki Adet Konç (kabuklu canlı) 2x15: 30 TL
Bir Adet Doktor Karides: 1x45: 45 TL

TOPLAM MALİYET: 750 TL

BeğenFavori PaylaşYorum yap
  • Kadir @abdlkadrergin

    Tank resmi görünce fena ateşleniyorum 🙂 . 90'lardaki lepistes tankım aklıma geliyor ama vakit ayıramam sanırım. Evdeki beta fanusunu bile zor temizlerken yeni bir tank kurma fikri korkutuyor. Kararsızım.. Ama bu ölçekte bir tuzlu su akvaryumu da çok cazip 😀 Aylık elektrik gideri nasıl?

  • khan777 @khan777

    Aylık elektrik gideri normal akvaryumla aynı çünkü sadece normal akvaryum motoru çalıştırıyorsunuz. Işıklarda zaten florasan lamba olduğundan düşük enerji tüketiyorlar.

  • Müdavim @monk

    Balıklar ucuzmuş, çok pahalı zannediyordum.İnceleme için teşekkürler gerçekten.

  • Burak Öztan @burak-oztan

    Deniz akvaryumu, tatlı su akvaryumuna göre daha karmaşık gelmiştir bana. Aydınlatıcı yazı için teşekkürler.
    Üç sene önce heves edip Neon balık akvaryumu kurmuştum. İçinde biri hamile olmak üzere iki üç Lepistes de vardı. Şu an hiç Neon yok. Lepistesler, sayamıyorum ama herhalde 50 küsur var. Çoğalmaya devam ediyorlar.