#Gıda, #Karpuz;
#Gıda, #Karpuz;
⚪️ Bir vatandaş, karpuz zehirlenmesine karşı bilgilendirme videosu paylaştı.
— SİYAH SANCAK (@siyahsancakx) July 5, 2025
pic.twitter.com/kyalKACWbc
gıda krizi mi tetikleniyor bilinçli olarak
#Canakkale
#Panama
#gida
#gidakrizi
Bilinçli olduğunu sanmıyorum. Zaten aşırı güvenli bir yapısı yok. Gemiyi havuza al, su seviyesini yükselt, gemiyi gönder, su seviyesini düşür şeklinde iklim koşullarına çok bağımlı bir sistem.
2010 da su seviyesi de çok yükseldiği için kapanmıştı. Ayrıca kanal çok dar. Alternatif olarak Nikaragua Kanalı yapılacak dendi ama Çin-ABD çekişmesinden o da yalan oldu gibi.
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2010/12/101209_panama_canal
#gıda #SonKullanmaTarihi Arkadaşlar ben yumurtaların raf ömrünü 3 hafta gibi biliyorum ama yanlış mı biliyorum acaba? İki ay dayanabilir mi?
Önceden 21 gündü ama sonradan 3 aya kadar izin verdiler sağlık yönünden bir sorun teşkil etmiyor düzgün saklanması lazım ama fırınlarda satılan sıcakta beklemiş yumurtalar satıldığı ülkede denetleme bile olmayınca böyle durumlar oluyor. Zaten üretim tarihini belirtmeyi kaldırdıklarından artık benim için bir ifade etmiyor o tarihler ya. Yumurtanın üstünde yazana bakmak daha sağlıklı olabilir bunu bence yanlış basmışlar, Eylül yazması lazım
2 hafta dolapta beklesin tadında bariz fark oluyor bence 2 ay dayanmaz. Ha tadı önemli değilse tüketilebilir ama ben yiyemiyorum.
2013 de 101 de calismitim.o donem bir zincir markette denerleme yapilmis.yumurtanin tavuktan cikmasina 1 ay vardi...
https://www.youtube.com/watch?v=uEJwbGBrXfk
Büyük gıda zincirleri gelişmekte olan ülkelerde, Fransa gibi ülkelerden farklı olarak 2'şer 3'er kat daha fazla şeker ve doymuş yağ içeren ürünler satıyormuş. Fakiri şişirip hasta edip sonra bir de ilaç satacaklar 😀 Komplo teorisi gibi ama gerçek olduğuna inanıyorum. Kendi beslenmeme aşırı dikkat ediyor değilim ama böyle göstere göstere de iş yapılmasın be.
Belgesel'in kapak resmi göbekli bir Hintli dayı olduğu için onu kaldırdım.
#gıda #zehir
Saçmalık. Amerika'da bizden çok obez var. Şeker oranının farklı olması tamamen kültürel alışkanlıklardan kaynaklı. Amerika ve Avrupa'nın çoğu kısmının ağız tadı daha az şekere uygun. Bizde yaşlılara bakın çaya şeker doldururlar genelde. Avrupa'da Amerika'da genelde kahveye bile şeker koymazlar. Bizde şekersiz kahve içen az. Çevrenize dikkat edin genelde çay kahvede şeker kullanımı gençlerde daha azdır. Bunun aynısı tuz için de geçerli. Sırf şundan bile zaman geçtikçe şeker kullanımının düştüğü sonucuna varabilirsiniz. Bugüne kadar Avrupa'ya Amerika'ya ihracat yapmaya başlayan birçok Türk gıda firması bu gerçekle kötü şekilde yüzleşti ve ardından ihraç ettikleri ürünlerin içeriğini değiştirdiler. Aynısı ters şekilde de oldu, Avrupalı Amerikalı birçok firma Türkiye ve Hindistan gibi ülkelere gönderdikleri ürünlerin ve/veya bu ülkelerdeki üretimlerinde şeker tuz ve hatta baharat miktarlarıyla oynamak(artırmak) zorunda kaldılar. Başta dondurma ve çikolata gibi ürünler olmak üzere. Bunları kafadan sallıyor da değilim, ünide pazarlama dersinde tam olarak bu konuyla ilgili örnek olayları inceledik, hatta tam olarak 2 hafta önce 🙂
Doymuş yağ oranına gelirsek o tamamen maliyet düşürme kaynaklı, bu da gelişmiş ülkelerdeki yasaların Avrupa gibi insan odaklı olmamasından kaynaklı. Bu firmaların suçu değil, Avrupa'da da yasalar ne kadar elveriyorsa o kadar maliyet düşürecek şekilde davranıyorlar. Hiçbir firma tüketiciyi düşünmez kârını düşünür ki normaldir farklı bişey beklememek lazım. Burada devletin el atması gerekli. Çok basit bir örnek vereceğim, dondurma diye aldığınız şeylerin bir içindekiler kısmının başlığına bakın. %90'ında ".....bişeyli buz" yazar olabildiğince küçük puntoyla. Dondurma yazmaz. Dondurma yazanların miktarı çok az ve aşırı pahalılar. Buna izin veren yetkililere kızmak lazım. Reçel denen şeyin %65 şeker %35 meyveden oluşabilmesine izin verenlere kızmak lazım.
Ayrıca biz fazla yağlı yiyecekleri de seviyoruz. Turistlere iskenderi zor yedirirsin mesela. En fazla bi kere yerler. Bizde pizza dediğimiz şey örneğin peynir hamur ve sosis salamdan oluşur. Avrupalıya bak çoğunlukla sebzeli şeyler vardır bizdeki gibi "karışık" pizza bulamazsın kolay kolay. Bizde de sebzeli pizzaya pizza denmez 🙂 Alışkanlık hepsi
Sonuç olarak diyeceğim şu ki, xx çok uluslu şirketinin bilmemne ilaç firmasıyla anlaşıp gelişmemiş ülkelerdeki insanları hasta etmeye çalıştığı gibi bir distopya söz konusu olamaz. Böyle bir komplo teorisi gerçek olsaydı, yabancı firmaların ürünleri çok şekerli/yağlı olur, yerli firmalarınki öyle olmazdı.
Çayda şekere, yemekte tuza, tüm öğünlerde de ekmeğe abanan bir millet olarak ülkede sağlıksız bir ortam varsa bunun nedeni bizim halt yememiz
Bilerek zehirlemiyor bile olabilir ama bu sonucu değiştirmiyor. Muhtemelen haklısınızdır da ama maliyet düşürmek bile olsa bariz bir orantısızlık var.
@huseyinekrem Önce tüm öğünlerde ekmeğe abanmayı keselim de gerisi kalsa bile olur 🙂
Orantısızlık var evet. Reçellerin dandikleri %65, kalitelileri %45 şeker içeriyorsa orada bir sıkıntı olduğu gerçek. Dondurma diye aldığın şey buzsa orada bir sıkıntı olduğu gerçek. Bunlar bizim alışkanlıklarımız + ekonominin hali + devletin gıda yönetmeliklerinin Avrupa gibi olmaması kaynaklı. Yerli firması da yabancısı da aynı şeyleri yapıyor.
@huseyinekrem Göbekler isyan eder bi de aç kalırız 🙂 Bizi doyuran asıl şey ekmek maalesef. Asıl yemeği doyacak kadar yiyemediğimiz için ucuz ekmekle doyuyoruz
@protego İyi yanı, açlığa dayanabilirsen otomatik olarak kilo veriliyor. Sağlıklılığı tartışılır ama 🙂
@protego ya buna katılmıyorum ben bir ara kendi üzerimde denemistim ekmek tüketimimi sıfıra çok yaklaştırdım, tuz işe hiç kullanmıyorum kendi yaptığım şeylerde ve şeker zaten az tüketiyordum onuda sıfırladım ilk başta zor geldi ama alışınca kendini daha iyi hissediyorsun ve yemek masrafımda azaldı ama sıkıntı şu ki kültürümüzün içine çok fazla işlemiş etrafımızdaki insanlar yemek yerken ilk yaptıkları şey tuz atmak ki 3 günlük tuzu tek öğne atıyorlar çay bardağının yarısını şeker dolduran gördüm. Ortama uyum sağlamak için sende onlara katılıyorsun ve sende sende zaten bağımlısın onu istiyorsun. Bu durum içkyi bırakan bir alkoliğin sürekli bara gitmesi gibi oluyor.
Sonra sirketlerde pazara girmek için o pazara göre tatlarını değiştiriyorlar ki şirketler para kazanmaya çalışıyor buda çok doğal.
@recepchakan Hocam katılmadığın kısım ne? Sanki aynı şeyleri söylemişiz gibi geldi bana 😀
@protego bir olayı biraz yanlış anlamışım ben ekmele doğduğumuz kısmı:)
Instagram'da gıda dedektifini takip edersen Avrupayla birebir aynı olan ürünlerin içeriklerinin ne kadar farklı olduğunu gorebilirsin.
Ediyorum zaten, onun yüzünden ne yiyorsam etiketine bakıyorum. Alışverişler 5-10dk'dan yarım saate çıktı 😀
Amerikalılar yemek yapmayı bilmedikleri için adamların bir öğünde tükettiği et miktarı bizim 6 ayımıza denk geliyor öyle söylim. Bir oturuşta yarım dana yiyorlar, yemekleri yok adamların et den başka bir şey bilmiyorlar.
Son birkaç yılda doların etkisiyle bile çok şey değişti. Bizim gibi ülkeler için durum vahim.
#gıda;
"...Uzun, insanların artık daha sağlıklı ve az yağlı protein almak istediğini anımsatarak, hindi etinin de revaçta olduğunu kaydetti. Sucukta yasanın yıl sonu değişeceği bilgisini de veren Uzun, “Isıl işlem görmüş ve fermente diye iki çeşit vardı. Isıl işlem görmek zaten bir tür fermentasyon. O sucuğun yağ ve su oranı daha farklı. Bekleyip fermente olursa kuru et oranı yüksek oluyor. Ama kesinlikle hiçbiri sağlıksız değil. 1 Ocak’tan itibaren fermente sucuk demek yasaklanacak. Dana sucuk denecek. Sucuk, Dünya Sağlık Örgütü ve Tarım Bakanlığı’nın sınırları içinde yenirse kesinlikle sağlıksız değil. Her şeyde olduğu gibi aşırıya kaçmamak lazım” ifadelerini kullandı..."
Kaynak: Milliyet
Sucuk bazen sıkıntılı olabiliyor. Birçok sucuk markasını denedim. En son kaliteli bir markanın sucuğunu aldım ve iki yememde de ishal oldum. Evde tek bende öyle oldu, muhtemelen benim bünyemdendi. Sonrasında yakınımdaki kasap tanıdığın sucuk yaptığını öğrendim ve hep ondan alıyorum. Bir kez bile sindirim sistemi sorunu yaşatmadı ondan aldığım sucuk. Ondan dolayı iyi bir yerin tespit edilmesi ve hep oradan alınmasının iyi olduğunu düşünüyorum.
@benvaryaben Teşekkkür ederim. Buradan bizim kasabın da reklamını yapmış oldum. Tabi hangi kasap olduğunu kimse bilmeden. 😀
@coolnquiet Sindirim sorunu yapmaması ishal yapmaması da güzel . yiyemeyeceğin sucuğu almayacaksın 😀
@benvaryaben Öyle hocam. Bünye kötü olunca durum bu. Mesela etli veya etsiz çiğ köfte de bu bünye sebebiyle menü dışı bende.
Habere tekrar bakamadım ama Polonez markasına bağlı bir kişinin soyadı.
Açık Kaynak Tohum hareketi. Şirketlerin tekelinde olan tohum patentlerine karşı çıkmak için oluşturulmuş girişim. Yazılımdaki açık kaynak ve özgür yazılım fikirlerinden ilham aldıklarını tahmin ediyorum. Ayrıca Açık Kaynak Tohum Lisansı isminde bir de hukuki metin hazırlamışlar. İlgimi çekti, paylaşmak istedim. Web sayfalarını inceleyebilirsiniz.
https://www.opensourceseeds.org/en
#AçıkKaynak #Tohum #Gıda
Sırf görselde mısır var diye paylaşmak istedim 😀
Arkadaşlar gerçek mısır budur ve köyden gelmektedir. Mısır dediğimiz bitkinin doğal olarak ip gibi dizilmiş şekilde koçanda oluşması imkansızdır 😀 Tadı doğal mısıra göre daha lezzetli olabilir ama hakiki mısır budur. Diğeri baştan aşağı GDO 😀 Bilginize.
GDO lu olanlar zaten resmen küp şeker yiyor gibi tatlı oluyor anlaması çok kolay. Şekilleri de mükemmele yakın oluyor.
https://teknoseyir.com/teknoloji-bilim-notlari-2018-7
"6000 araştırmanın sonuçlarını inceleyen bilim insanlarına göre GDO’lu ürünler zararlı değil."
GDO muhabbetine girecekseniz elinizdeki mısırlarda doğal gerçek mısır değiller. Gerçek mısır, yani insanların evcilleştirmeden önceki hali, koçan ve mısır taneleri çok küçük ve taş gibi serttir.
@bender-exe Mısır bahçesini dedemin babası başlatmış 😀 Hayatta olsaydı sorardım tohumları kimden aldığını 😀
@bender-exe pazar ve markette satılanlar ın tadı güzel değil ki. Modern olmayan ıslah yöntemleri de büyük ihtimal gdo sayılır haklısınız ama. Şimdi çeşit yok mısırda sıkıntımız belki de o. Aşırı düzgün olanı da seven vardır elbet.
5 6 yildir pazardan satila sut misir almiyorum.sut gibi beyaz bir sivi cikmasi lazim ama.pazarlarda satilan misirda sekerli su cikiyor.seneye sutlek zamani memlekete gidecem...gelsin misirlar......
pişirincede kıyır kıyır hiçbir tadı lezzeti yok şekerleme yemiş gibi oluyorsunuz...
+1.
Ayrıca karpuzda da benzer benzer durum var.
Hepsi kabak aşılı eski tadı alamıyorum, koç koca yaz mevsiminde 3-4 kez yedim.
Gerçek mısır böyle değil. Ancak aşılamak tarımın doğasıdır. Sorun mısırın daha verimli veya tatlı veya renkli olması için genetik olarak tohumdan değiştirilmesidir. Aşılama olmasa şuan yediğimiz 1000 gıda ham maddesinden 900 kadarı var olamazdı. 🙂 Mısırın evrimi şu şekilde:
#GIDA fiyatlarında yüzde 40'a varan artış ve istihdamdaki gerileme endüstriyel yemeğin tadını kaçırdı
Adam olayı 1960'larda çözmüş bir de üstüne kitap yazmış #gıda #gıdaterörü #gıdaemperyalizmi #akış
Biraz önce ekşi de şunu okuyup tam sekmeyi kapattım ve ts ye girdim ki benzer bir konuya rastladım.
ahmet haşim’in, 3 eylül 1919 tarihinde, manisa milletvekili refik şevket beye gönderdiği mektuptur.
anadolu'nun 1919'daki içler acısı halini anlattığı bu mektubunu, her türk vatandaşının defalarca okuması gerektiğini düşünüyorum.
“sevgili refik,
ihtimal sana fazla yazıyorum. fakat ben bundan memnunum. bulunduğum noktalardan sana doğru uçurduğum bu mektuplarla pervaz-ı evraktan oluşmuş ve bütün mesafeler boyunca sürekli maddi ve manevi bir bağ ile kendimi sana bağlı tutmak istiyorum. iletişimimizin bu gidişatı seni bunaltıyor mu? geçen mektubumu niğde’den yazmış ve o mektubu gönderdikten sonra sancağın bütün kazalarını teftişe çıkmıştım. yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safalarına rağmen ruhumda hiçbir hakikî lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin sonunda bu ikinci mektubu gene niğde’den yazıyorum. gördüğüm anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım?
öncelikle bu bölgede kimler yaşıyor? görülen harabelerin yapıcısı hangi cins yaratıktır? bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. anadolu köylüsünü sınıflandırmada karıncalar cinsine ithal etmeli fikrindeyim. gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin sonsuz sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, “gıda” sabit fikirliliğiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin zor çalışma şartlarına tesadüf olunur. sanki cehennemî bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya gıda maddesini biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür. tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi…
fakat boğazlarının kârına olarak aklın bütün maharetlerini ret ve iptal eden bu adamların boğazı da memnun etmekten pek uzak bulundukları, en zenginlerinin evinde geçirilen bir gecenin sabahında, nefis bir yemek diye sofraya getirilen suyla pişmiş uğursuz bir fasulyanın barsaklarda sebep olduğu gazlar ve ıstıraplar ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin maksatsız hayatına, boşa giden üstün gayretle çalışmalarına karşı derin bir elem duymamak mümkün değildir.
refik; ankara’da, almanya imparatorunun anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, anadolu türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? beslenme eksikliği.
her ne kadar garip görünse de anadolu türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. istisnasız nakil araçları kağnıdır. ellerinde esir olan öküzler ve bu türden hayvanlar için en zalim düşüncelerin bile icâdından aciz kalabileceği -bununla beraber ağır, dar ve maksada gayr-ı salih bu âlet- hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade büyük ve korkunç bir karafatma hissini veren tarihe âşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde çizilmiş ilkel arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevkeden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.
anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hâle sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. tezeğin bu adamlar nezdindeki kıymeti hayret vericidir. sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adamlarla koşarak, öküz götünden düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan gözbebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. anadolu’nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. bütün havalarında o hoş koku solunur. yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir. eski mısırlılardan ziyade anadolular apis öküzüne hürmet etmeliydi. öküz, burada hayatının genelinin zenbereğidir.
evlerine gelince, onlar da öyle: duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. baca nedir, bilir misin? dibi kırık bir testi. kızılırmak civarında, büsbütün ev inşasından da feragat ederek, toprağın maddesel özelliğinden yararlanarak dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi yaşarlar. nevşehir’den yarım saat beride güvercinlik adında kovuklardan oluşan bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmaya yakışan bir köydür. anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. sakallı celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda dönüşeceğini sen de bilirsin.
anadolu, hemen bir uçtan bir uca firengilidir. anadoluların güzelliği de bozulmuştur. bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum zanneder. bununla birlikte güzel oldukları zaman da güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. siyah, derin ve titretici gözlerle insana bakan şalvarlı, düzgün ölçülü anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? gençleri, insanın bazen en mükemmel bir örneğini temsil ederler. fakat, bunlar, nadirlerdendir., refik.
anadolular hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu konuyu burada kesiyorum. anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. bundan da üzgün değilim. … niğde teftişi son bulmuştur. iâşe heyet-i teftişiyesine girdiğim günden beri kazandırmış olduğum tutar iki bin liraya varmıştır. benim zararım ise pek çoktur. öncelikle sağlığım bozuldu. hayli keçi eti yedim. birçok da gereksiz masraflar ettim ve rahatımdan da birçok şey kaybettikten sonra yerimden de oldum. yakında, belki, üç gün sonra istanbul’a gidiyorum.''
ahmet haşim 3 eylül 1919
kaynak: güzel yazılar-mektuplar—türk dil kurumu yayınları(s.67–72) - o. karaveli, sakallı celâl, 5. baskı, 2004, pergamon yayınları, s. 45-46.
13.05.2017 14:54 ~ 23:21 @billions and billions
@master bu mektup ve benzerlerini mutlaka okumak lazım. Dediğin gibi fazla birşey değişmedi maalesef.
@master evet hocam, bu tür şeylere Mustafa Kemal paşa, Karabekir paşa gibi önde gelen kişilerin mektup ve günlüklerinde ya da not defterlerinde de rastlanıyor.
@bisikletliokur hangi şartları birbiriyle karşılaştırıyoruz tam anlamadım ama şu an ve geçmişte birbirine çok benzeyen şeyler bir çırpıda;
Hayvanın canına verilen değer ✓
Tahıla dayalı beslenme ✓
Buğday ithali ✓
Çirkin yapılar ✓
Ve maalesef ki kollektif cahilliğimiz ✓
Değişmeyen tek şey kötü beslenme ve dolayısıyla bireylerin kendi aklını kullanamaması, sanıyorum @master bunu kastetti.
Saripinar 1914 isimde cok cok iyi bir tiyatro oyunu vardir. Hatta Sener Sen 'in basrolunde oldugu Degirmen ismiyle sinema filmi de vardir. Bu mektupta yazan konulara deginir. Kisaca gundelik hayat mektuptaki gibidir, ama bir sebeple Saray'dakiler Saripinar'da deprem oldu ondan boyle felakete ugradilar sanirlar. Heyet gelir, aman allah zelzele ne felaket sey der ve giderler...
Lise 1. sinifta oynamistik. Hala replikleri ezberimdedir.
@bisikletliokur pdf için sağolun ben de pdf de okuyordum zaten ordan ekran görüntüsü almıştım. Yalnız sizin verdiğiniz baskı farklı bir baskı, çok makbule geçti, tekrar teşekkürler.
#Reis #Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis belirterek "Üniversitelerde genç kızlarımıza #çiftçilerle evlenin, rahat edin diyorum" ifadesini kullandı
Gülsemi karar veremedim aslında doğru diyor adam ama nerden nereye geldi ülke 🙂
Benim arkadaşım yaklaşık 4 bin aldığı işini bırakıp memlekete gitti arabayı sattı 5 inek aldı şimdi süt satıyor. kimseye ağız eğmiyorum kendi işim diyor. bazen bende heveslenmiyor değilim.
Bu tip hayat değişimlerini 2-3 yıl izleyip öyle karar vermek lazım. Bir de kişisel beklentiler çok önemli elbette.
Tek noktaya odaklanmak en başta olabilir ama risk yüksek. Yatırımda sepet yapıldığı gibi çiftçilikte de sepet mantığı olmalı. İnek varsa yanına koyun ekle, arıcılık yap, bahçeni ek vs.
keşke elimden gelen bir iş olsa... tek sıkıntısı hayatının 24 saatine yayılan bir iş olması, özellikle ilk başlardaki küçük ölçekte yapıldığında biraz yorucu, sonra büyüyünce ve biraz kurumsallaşınca yada eski tabirler çiflikleşince daha rahat olabiliyor... ama başlangıç sefhaları yorucu...
@definitive kesinlikle 6 ayı geçmiştir başlayalı , ama şöyle bir artısı var kendi yeri(arsası) vardı.
@yhackup kişisel deneyim çok önemli herkese göre değil bayramı seyranı resmi tatili vs. yok çünkü özellikle ilk başlarda
@yhackup Bak bu doğru.
Hatta yurtdışında çiftçiliğe teşvik etmek için devlet çoğu şeyi senin için tedarik ediyormuş.
Ayağına doktor bile gönderiliyormuş.
Bizim ülkemizde de teşvikler gerçekten doğru kullanılsa o kişinin pişman olma imkanı yok.
Hayvanla uğraşmak insanla uğraşmaktan çok daha iyidir. Belki bu mesajı vermek istemiştir. 🙂
Son bir saat içinde 183 ziyaretçi, 116 kayıtlı kullanıcı giriş yaptı.
Doğru mu @grok 🤣
Beyler sıkıntı karpuz değilmiş.
Kabuk yıkanmazsa dış kabuktaki bakteriler bıçağa oradan da karpuz içine geçip hızla ürüyormuş.
Ya da kesilen karpuz oda sıcaklığında bekletilirse yine içerisi bakteri üretebiliyormuş, havadan bıçaktan vs kaptığı bakteriler muhtemelen.
Son olarak ilaçlamadan dolayı ya da karpuz hızla büyüsün diye kullanılan bazı kimyasallardan dolayı olabilirmiş. Yine kabuk yıkanmadan kesilirse kimyasallar karpuz içine bulaştığı için zarar veriyormuş.
Bakteriler genellikle şunlar:
Salmonella, E. coli veya Listeria
Eşerşiya koli yani kanalizasyon suyuna tarım yaptık 😆
Operasyon hesabı bu.
Hangi operasyonlar?
Dışarıda, veya buzdolabında fark etmez, karpuz zehirlemez yahu Ceyhan'lıyım sezon boyunca da sürekli yeriz çevremde dahil zehirlenme vakası olmadı. Ve duymadım da.
Ben zehirlendim de öyle tabi acillik falan olmadım. Babannem olmuştu. Pazardan aldık karpuzu işte güzelce kestim attım dolaba dedik akşam yeriz. Keserken de dedim bunun kokusu bir garip yılış yılış ekşimsi kokuyordu. Ama tadı normaldi yani neyse, yedik ikimiz oturuyoruz 1 saat sonra kadar benim mide başladı. Benle birlikte babannemde başladı. Ben alttan üstten gittim oda gitti ama onda halsizlik ve ateşte başladı hemen acile götürdüm serum takıldı ilaç vs verildi öyle bekledik toparladı geldik ama o gün tabi perişan olduk. O senelerden sonra da işte karpuz alırken hep almasam mı yemesem mi durumu oluyor bu yüzden. İnsanın arada canı çekiyor ufak alıyorsun kesip yiyorum da çok aramıyorum eskisi gibi. Eskiden 10 kilodan aşağı almazdım geceleri akşamları falan buz gibi karpuzu yanında cilasıyla birde ufak peynir ile götürürdüm. 😀